Mehdi Resul ve Sevgi Pınarı
  BİRR
 
Birr müessesesi, birr kavramı acaba muhtevasında neler taşıyor? Bunu detayları ile görebildiğimiz âyet-i kerime Bakara Suresinin 177. âyet-i kerimesidir:

2/BAKARA-177: Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbelel meşrıkı vel magrıbi ve lâkinnel birre men âmene billâhi vel yevmil âhırı vel melâiketi vel kitâbi ven nebiyyîn(nebiyyîne), ve âtel mâle alâ hubbihî zevil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîne vebnes sebîli ves sâilîne ve fîr rıkâb(rıkâbi), ve ekâmes salâte ve âtez zekâte, vel mûfûne bi ahdihim izâ âhedû, ves sâbirîne fîl be’sâi ved darrâi ve hînel be’s(be’si) ulâikellezîne sadakû ve ulâike humul muttekûn(muttekûne).

Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) BİRR (ebrar kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin asıl birr, kişinin, Allah’a, yevm’il âhire, (Allah’a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere, Kitab’a, peygamberlere îmân etmesi ve O’nun sevgisine dayalı olarak, akrabalarına (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara), yolda kalmış yolculara, dilencilere, köle ve esirlere (kurtulmaları için) mal vermesi (harcaması), namazı kılması, zekâtı vermesi, ahd verdiği (Allah’a ve insanlara) zaman ahdini yerine getirmesi, zorlukta ve darlıkta ve sıkıntı halinde sabredenlerden olmasıdır. İşte onlar, o kişiler sadıklardır. İşte takva sahibi, onlardır.

Kıble değişince, Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Haram’a çevrilince, insanlar bir istikamete doğru namaz kılarken artık farklı bir istikamete doğru namaz kılmaya başladılar. Allahû Tealâ, onların yüzlerini doğuya veya batıya çevirmelerinin birr olmadığını ifade ediyor. Sadece bir yüzü bir tarafa çevirmek işareti, birr değildir. Lâkin asıl birr, kişinin Allah’a, yevm’il âhire, meleklere, Kitab’a, peygamberlere îmân etmesidir.

Yevm’il âhir; insan ruhunun Allah’a ulaştığı gün ve yevm’il evvel; ruhumuzun Allah’a doğru yola çıktığı gün, mürşidimize tâbî olduğumuz gün gerçekleşir. Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi mutlaka Allah’tan birçok ihsan alacaktır. 12 tane ihsanla mürşidine ulaşacaktır. Tâbî olduğu gün yevm’il evveldir. Yevm’il âhir; insan ruhunun Allah’a ulaştığı günün adıdır.

Demek ki Allahû Tealâ birr müessesesini, evvelâ bir kişinin Allah’a inanması ile îmân açısından değerlendiriyor:

1- Allah’a îmân. Allah’ın varlığına kişi kesin olarak îmân edecek.

2- Yevm’il âhire iman edecek. Ruhunu Allah’a ulaştıracağı güne yani insan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasına inanacak.

3- Meleklere inanacak.

4- Kitab’a inanacak; Kur’ân-ı Kerim’e ve ondan evvelki bütün mukaddes Kitaplara inanacak

5- Peygamberlere îmân edecek; Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’e, ondan evvel Hz. İsa’ya, ondan evvel Hz. Musa’ya, onların aralarında geçmiş olan bütün peygamberlere ve Hz. Musa’dan evvel gelmiş olan bütün peygamberlere, Hz. Âdem’den başlayarak kişinin hepsine îmân etmesi gerekecek.

Böyle olunca bu inanç varsa kişi birrin sahibi olabilir, ebrardan birisi olabilir.

Bu kadarla kalmıyor. Allah’ın ebrardan birisi olan bu kişinin Allah’ın sevgisine dayalı olarak;

1- Akrabalarına yani yakınlık sahipleri, rıkâb sahiplerine yardım etmesi,

2- Yetimlere yardım etmesi,

3- Miskinlere, yani çalışmaz durumda olan evde kalmış ihtiyarlara yardım etmesi,

4- Yolda kalmış yolculara yardım etmesi,

5- Dilencilere yardım etmesi,

6- Kölelere yardım etmesi,

7- Esirlere yardım etmesi gerekiyor.

Ebrarın 7 tür insana yardım etmesi gerekiyor. Onlara mal vermesi de kişinin ebrardan biri olmasının bir işaretidir.

Bu kadar mı? Bunlar o kişinin bir başka cephesini gösteriyor. Allahû Tealâ birrin sahiplerini evvelâ inanç açısından sonra davranış biçimi olarak yardım açısından veriyor. Şimdi de ibadet açısından konuya giriyor;

1- Namazını kılması

2- Zekâtını vermesi

3- Ahd verdiği zaman ahdini yerine getirmesi.

Burada namaz, zekât ve ahdin yerine getirilmesini ifade ediliyor. Ahdin yerine getirilmesi tek başına bir bütünü ifade ediyor. Çünkü Allahû Tealâ bütün insanlardan ruhlarını, nefslerini, vechlerini ve iradelerini Allah’a teslim edeceklerine dair, bütün insanların iradelerinden ahd almıştır.

Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği anda Allah’a ahd vermiştir ve ahdini yerine getirmesi söz konusu olacaktır. O kişi için Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren yeni bir hayat başlar, hayatı derhal değişir.

Allahû Tealâ o kişinin üzerine 7 tane furkan vererek onun bütün günahlarını örter. O kişi böylece işiten, bilen ve gören biri olur. Sonra Allahû Tealâ onun üzerinde yaptığı değişikliklerle onu, ruhunu Allah’a ulaştıracak bir insan haline getirir ve o kişinin irşad makamına ulaşmayı dilemesini temin eder. Kişi mürşidine ulaşmayı diler, Allah onu mürşidine ulaştırır ve kişi tâbî olur. Ondan sonra Allahû Tealâ onun ruhunu Allah’a doğru yola çıkarır ve ruh 7 tane gök katını aşarak Allah’a ulaşır.

Bu ruhun Allah’a ulaşmasıdır ki ahdin 1. bölümünü ifade eder. 25. basamakta fizik vücut Allah’a ulaşır; 2. bölüm, 2. teslim. Daha sonra nefs Allah’a teslim olur; 3. teslim. Daha sonra irade de Allah’a teslim olur; 4. teslim. İşte ahd burada tamamlanır. İrademizin Allah’a teslimi ile ruhumuzun, vechimizin, nefsimizin ve irademizin hepsinin birden Allah’a teslimi tamamlanmış olur. Allahû Tealâ’ya ezelde ahdini veren bir kişi ahdini böyle yerine getirir.

Kur’ân-ı Kerim’deki ahd iki anlam ifade eder:

1- Fizik vücudumuzun Allah’a verdiği ahd.

2- İrademizin Allah’a verdiği ahd.

Allahû Tealâ buyuruyor ki:

36/YASİN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).

Ey Âdemoğulları! Ben sizden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), sizin için apaçık bir düşmandır.

36/YASİN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun). Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.

“Ey Âdemoğulları, Ben sizlerden ahd almadım mı? Şeytana kul olmayacaksınız diye. Çünkü şeytan size apaçık bir düşmandır ve Ben sizden Bana kul olacaksınız diye bir ahd almadım mı? İşte bu da Sıratı Mustakîm’dir.”

Âdemoğulları, fizik vücutlarımız. Hz. Âdem’in sulbünden gelen, onun oğulları, fizik vücutlardır. “Şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olacağız.” diye hepimiz Allah’a ahd vermişiz. Bu fizik vücudumuzun Allah’a verdiği ahddir.

İrademizin Allah’a verdiği ahd ise bir bütünü ifade eder. Allahû Tealâ’nın bu ahdimiz konusunda bizden istediği şey, ruhumuzu ve fizik vücudumuzu Allah’a teslim etmektir ama aslında irademizin verdiği ahd bundan sonra nefsimizin Allah’a teslimini, daha sonra irademizin de Allah’a teslimini içerir, 7 safhada 4 tane teslim içerir:

1- Allah’a ulaşmayı dilemek (1. safha),

2- Mürşide ulaşıp tâbiiyet (2. safha),

3- Ruhu Allah’a teslim etmek (3. safha, 1. teslim)

4- Fizik vücudu Allah’a teslim etmek (4. safha, 2. teslim)

5- Nefsi Allah’a teslim etmek (5. safha, 3. teslim)

6- Muhlis olmak yani irşad olmak (6. safha)

7- İradeyi teslim etmek (7. safha, 4. teslim).

Böylece bir kişinin Allah’a verdiği iki tane ahd de gerçekleşir. 25. basamakta fizik vücudumuzu Allah’a teslim ettiğimiz zaman, ezelde Allah’a verdiğimiz, fizik vücudumuzun verdiği ahd gerçekleşir. Burada Maide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle söylüyor:

5/MAİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).

Allah’ın, sizin üzerinizdeki ni'metini ve “işittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misakinizi hatırlayın. Allah’a karşı takva sahibi olun. Çünkü; O, göğüslerde (sinelerde) olanı bilir.

“O zaman ki Allah sizden yemin, misak, ahd almıştı.”

Allahû Tealâ bu açıdan “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diyor. Hepimiz “Evet.” diyoruz. Hepimizin birden Allahû Tealâ’nın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sualine “Evet.” cevabını veriyoruz. Ondan sonra Allahû Tealâ diyor ki: “Ben sizin Rabbiniz olduğuma göre, ey nefsler Bana teslim olacağınıza dair Bana yemin verin! Ey ruhlar, Bana teslim olacağınıza dair Bana misak verin! Ey fizik vücutlar, Bana teslim olacağınıza dair Bana ahd verin! Sözlerimizi işittiniz mi?” Hepimiz “İşittik.” diyoruz. Allahû Tealâ: “Öyleyse itaat edin. Yani Bana yemin verin, misak verin, ahd verin.” diyor.

Ruhlarımız misak veriyor, fizik vücutlarımız ahd veriyor, nefslerimiz de Allah’a yemin veriyor ve bunun üzerine Allahû Tealâ: “Emrime itaat ettiniz mi?” diyor. Hepimiz birden “İtaat ettik.” diyoruz. Yemin de misak de ahd de verilmiş durumdadır.

Daha sonra Allah’ın İlahî iradesi, bizim cüz’î irademizden misak istiyor. Bu, irademizin Allah’a verdiği misaktir, sadece irademizin Allah’a teslimini içerir. Maide Suresinin 13. âyet-i kerimesi gereğince, hepimiz Allahû Tealâ’ya bu irademizin misakini vermişiz:

5/MAİDE-13: Fe bimâ nakdihim mîsâkahum leannâhum ve cealnâ kulûbehum kâsiyet(kâsiyeten), yuharrifûnel kelime an mevâdııhî ve nesû hazzan mimmâ zukkirû bih(bihî), ve lâ tezâlu tettaliu alâ hâınetin minhum illâ kalîlen minhum fa’fu anhum vasfah innallâhe yuhıbbul muhsinîn(muhsinîne).

Misakleri bozmaları sebebiyle Biz onları lânetledik, kalplerini de kaskatı yaptık. Onlar, kelimeleri yerlerinden tahrif ederler (değiştirirler). Nasihat olundukları şeylerden nasiplerini almayı unuttular. Onlardan pek azı hariç, devamlı hainliklerinden haberdar olursun. Yine de onları affet ve hoşgör. Muhakkak ki; Allah muhsinleri sever.

Ahdi yerine getirme müessesesi, kişinin misaki de kaplayan, ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim etmesinin hepsini ifade eden Allah’a ahdimizi içeriyor. O ahdi veren kişi, ruhunu da vechini de nefsini de iradesini de Allah’a teslim etmek üzere harekete geçen kişidir.

Allahû Tealâ birrin sahipleri için devam ediyor: “Onlar zorlukta ve darlıkta ve sıkıntı hallerinde sabredenlerdendir yani sabrın sahibi olmuşlardır.” (Bakara-177) Bu da zaten ahdi ifade eder.

Bir sabırlı olmak vardır bir de sabrın sahibi olmak vardır. Sabrın gerçek anlamda sahibi olmak, nefsin sabırsızlık afeti yok olduktan sonra 19 mertebe kalbin müzeyyen olması ile mümkündür. Allahû Tealâ böyle insanlara “sadıklar” diyor. Sadıklar, peygamberlerin gidecekleri Adn cennetlerinin peygamberlere ait olmayan bir bölümüne gideceklerdir. Ama orası peygamberlerin olduğu cennettir, Adn cennetleridir.

Allahû Tealâ: “İşte takva sahibi onlardır.” diyor. Onların en büyük takvanın sahipleri olduğunu görüyoruz.

Allahû Tealâ’nın ebrar dediği kullar da; mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyenler olmayı gerektirir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimse ebrardan birisi olamaz, birrin sahibi olamaz. Zekât da verse, oruç da tutsa, bir köleyi de kurtarsa ebrar olamaz. Onlar ebrar olmanın birer sebebidir ama Allah’a ulaşmayı dilemedikçe kişi birrin sahibi olamaz.

Konulan vasıflar hayatın çeşitli açılardan değerlendirilmesi şeklinde tecelli ediyor. Ama kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse yaptıklarının hiçbirisi onu Allah’ın cennetine ulaştırmaz. Çünkü amelleri sebebiyle kişinin kazanabileceği bütün dereceler yok olur. Amelleri heba olur.

Kişinin ahdini yerine getirmesi, konunun temelini teşkil ediyor. Allahû Tealâ birr konusunda şöyle buyuruyor:

83/MUTAFFİFİN-18: Kellâ inne kitâbel ebrâri lefî illiyyîn(illiyyîne). Dikkat edin, muhakkak ki ebrar’ın (hidayetlere erenlerin), kitapları illiyyindedir. (Göğün 7. katındaki Kader Hücreleri’ndedir).

Mutaffifin Suresinin 7. âyet-i kerimesinde ise Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

83/MUTAFFİFİN-7: Kellâ inne kitâbel fuccâri lefî siccîn(siccînin).

Hayır, muhakkak ki; füccarın (şeytanın füccuruna tâbî olan kâfirlerin) kitapları (hayat filmleri) siccîndedir (zemin kattan 7 kat aşağıda olan zülmanî kader hücrelerindedir).

Allahû Tealâ: “Füccarın kitapları siccîndedir.” diyor.

Ebrar ve füccar, birbirinden kesin şekilde ayrılıyor. Ebrar, birrin sahipleridir. Onlar Allah’a ulaşmayı diledikleri andan itibaren ebrardırlar. Gidecekleri yer mutlak olarak cennettir. 7 cennetin yedisindekiler de ebrardırlar. Her birinde ebrar bulunur.

1. kat cennet, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin cennetidir

2. kat cennet, mürşide ulaşanların cennetidir.

3. kat cennet, ruhunu Allah’a ulaştıranların cennetidir.

4. kat cennet, fizik vücudunu teslim edenlerin cennetidir.

5. kat cennet, nefsini teslim edenlerin cennetidir.

6. kat cennet, muhlis olanların cennetidir.

7. kat cennet, iradesini teslim edenlerin cennetidir.

Her biri ayrı bir cennet, hepsindekilerin müşterek adı ebrardır, birrlerin sahipleridir. Görüyorsunuz ki birr olmak ayrı ayrı açılardan değerlendirilmiştir;

1- İnanç açısından ebrar,

2- Davranış biçimleri açısından ebrar,

3- Ahdin yerine getirilmesi açısından ebrar.

Allahû Tealâ ebrarın kader hücrelerini illiyyine koymuştur. 7. gök katına çıktığınız zaman altın kapıdan geçtiğinizde, üst kata çıkacak kapı bulamazsınız. Tavandan geçileceğini öğrenene kadar da orada beklemek mecburiyetindesiniz ve neden sonra tavandan geçilebileceğini görürsünüz. Tavan geçirgendir, durumunu hiç değiştirmez ama ruhlar oradan rahatça yukarıya çıkarlar. Çıktıkları zaman sol tarafları bir duvarla kaplıdır. Bu duvar sıvasızdır, taştan oluşan bir duvardır. Sağa döndükleri zaman kader hücrelerini görürler.

İşte Allahû Tealânın, “onların kitapları” dediği hayat filmleri illiyindedir, burası illiyindir. Yan yana duran insan ruhlarının her birinin kader hücreleri yani o günden sonraki yaşayacakları günlerin nasıl yaşanacağı orada, o filmlerin her birinde bellidir. Bu dünya hayatında Allahû Tealâ o kader hücrelerini kişiye defalarca gösterir ve Allahû Tealâ’nın uygun gördükleri de, o kader hücrelerinden içeriye, Allah’ın emri üzerine girerler. Gelecekte neler olacağını görürler.

Allahû Tealâ’nın yolunda insanların bugünleri de bellidir, yarınları da bellidir ve kıyâmete kadar geçecek olan bütün günler orada mevcuttur. Kıyâmet bir sondur, kıyâmet bir başa dönüştür. Zaten illiyyin, ebrarın kader hücrelerini teşkil eder. Tagutun dostlarının, füccarınsa 14 kat aşağıda, 7. cehennem katında bir kitaplarının olması, hayat filmlerinin olması, durumu açıkça ortaya koymaktadır.

Yani kıyâmetten sonra hayat filmleri alınmış buralara gitmiştir. Kimin cennete gideceği, kimin cehenneme gideceği önceden belli olmuştur. İşte illiyyinin ve siccînin birbirinden ayrı oluşları, herkesin gideceği yerin belli olması, kıyâmetten sonraki bir olayı kesinleştirmektedir. Kıyâmetten sonra kader hücreleri ait olduğu yerlere yerleştirilmiştir.

Şimdi oradaysalar, demek ki kıyâmetten sonraki dönüşün neticesini Allahû Tealâ oraya yerleştirmiştir. Demek ki Allah’a göre kıyâmet çoktan kopmuştur. O, zamanı sıfırlayandır ve bu sebeple kimlerin cennete girecekse onlara Allahû Tealâ mutlaka eğer Allah’ın yoluna girmişlerse ve de ihlâs makamına gelebilmişlerse, göğün 7 katını da gösterecektir.

7. katın ilk âlemi kader hücreleridir. Burası sadece ebrara aittir. Ebrar, Allah’ın cennetine girecek olan herkesin adıdır. Allahû Tealâ diyor ki:

3/AL-İ İMRAN-92: Len tenâlûl birre hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn(tuhibbûne), ve mâ tunfikû min şey’in fe innallâhe bihî alîm(alîmun).

Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe (Allah için vermedikçe) asla BİRR’e nail olamaz (temize çıkamaz) sınız. (Allah’ın size verdikleri) şeyden neyi infâk ettinizse (Allah yolunda başkalarına verdinizse) hiç şüphesiz Allah onu bilen, ALÎM’dir.

Öyleyse birrin, sevdiğimiz şeylerden infâk edilen bir dizaynı içermesi söz konusudur. Allahû Tealâ burada bize çok açık bir şekilde sahâbeden 2. bölümü hatırlatıyor.

Ensar ve muhacîrinden ikinci bölüm muhacîrindir. Nereye gitmiştir? Ensara gitmiştir. Mekke’den kaçmış ve Medine’ye ulaşmıştır, o arada ensar onlara yardımcı olmuştur. İşte rızıklarını yeni gelen kardeşleri ile mutlak olarak paylaşmışlar, onlara eşler bulmuşlar, evlendirmişler, onların Allah’ın güzelliklerini yaşamasına imkân verecek evlerinden yer vermişler, onları ev sahibi kılmışlardır.

Bu, kendilerinde olanı başkalarıyla paylaşmak olayının en güzelini insanlık tarihinde ensar gerçekleştirmiştir. Muhacîrinden hiç kimse açıkta kalmamıştır, herkese yer bulunmuş, ev bulunmuş ve mevcutlar payları doğrultusunda taksim edilmiştir.

Allahû Tealâ buyuruyor ki:

2/BAKARA-44: E te’murûnen nâse bil birri ve tensevne enfusekum ve entum tetlûnel kitâb(kitâbe) e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).

İnsanlara birri (tezkiye ve teslim olmayı) emrediyorsunuz da kendinizi unutuyor musunuz? Ve siz, Kitab’ı okuduğunuz halde hâlâ akıl etmiyor musunuz?

Birrin temeli tezkiye olmaktır. Nefs tezkiyesidir, daha sonra da nefsin tasfiyesidir. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler nefslerine tezkiye ve tasfiye edebilirler. Ebrar olmanın yaşantısını onlar verebilirler.

Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu 14. basamakta mutlaka mürşidine ulaştırır. Nefs tezkiyesi, kişinin Allah’ın huzurunda gerçek anlamda ebrar olabilmesi, bundan sonra başlar. Ama nefs tezkiyesinden evvel de bir insan cennete giremez mi? Cennete girenlerin hepsi aslında ebrardır. Ama ebrar olmak derece derecedir. Kişi vasıf kazandıkça ebrar olmasının derecesi yükselir.

7 derece ebrardan birinciler Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Ebrar olmanın ilk basamağındadırlar. Mürşidine ulaşıp tâbî olan daha üst basamaktadır, 2. basamağa geçmiştir. Ruhunu Allah’a ulaştıran 3. basamağa geçmiştir. 4. basamakta fizik vücudun teslimi vardır, 5. basamakta nefsin teslimi vardır, 6. basamakta irşad olmak vardır, 7. basamakta da iradenin teslimi vardır. Böylece 7 tane safhada 4 tane teslim, ebrar olmanın 7 tane kademesini oluşturur. Hepsi ebrardırlar.

Ebrar olmak Allahû Tealâ’nın temel hedefidir. Birrin sahibi olmak mutlaka nefsin tezkiyesini ifade eder. Kişi Allah’a ulaşmayı dilemedikçe ebrar olamaz. Mürşidine ulaşmadıkça nefs tezkiyesini gerçekleştiremez, ebrarın temel fonksiyonunu da eda edemez. Kim mürşidine ulaşırsa ulaştığı anda 12 tane ihsan alarak oraya ulaşmıştır. Mürşidine ulaştığı gün de, ebrar olmanın üst standartlarını yaşamak için kişi ehil olduğu cihetle mürşidine ulaşmıştır. Allah ona mürşidini göstermiştir. Hacet namazı kıldığında, kişi de gitmiştir o mürşide tâbî olmuştur. Bu tâbiiyet kişiyi mutlak olarak bir aslî hedefe doğru yaklaştıracaktır.

Allah ile olan ilişkilerde, o kişi için bundan sonra güzellik başlar. Çünkü nefs tezkiyesi kişinin cennet saadetinin yanı başında o kişiye dünya saadetini de sağlar. Dünya saadeti nefsin tezkiyesi ile paralel olarak yürür. Ebrar olmak da nefsin tezkiyesine paralel olarak artan bir mazhariyet taşır.

Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği zaman, ruhunu Allah’a ulaştırıncaya kadar geçici bir mutluluğu yaşayacaktır. Allahû Tealâ şeytanla ilişkisini kestiği için, kişi mutluluğun boyutlarını yaşayacaktır. Mürşidine ulaştığı zaman ruhu vücudundan ayrılacaktır, nefsinin kalbinde birtakım değişmeler olacaktır. Bu değişmelerin olabilmesi için mürşide ulaşmak asıldır. Allah’a ulaşmayı diledikten sonra o kişi hacet namazı kılarsa, gerçekten Allah’a ulaşmayı dilemişse, Allahû Tealâ ona mutlaka mürşidini gösterir. O mürşide ulaşıp tâbî olduğu zaman ne olur? Bakınız ne oluyor:

1- Kişinin başının üzerine devrin imamının ruhu gelir ve yerleşir.

2- Kişinin kalbinin içine îmân yazılır. (Mucâdele-22).

3- Tembih üzerine ruhun vücudu terk ederek devrin imamının dergâhına ulaşması.

4- Kişinin nefsinin nefs tezkiyesine başlaması.

5- Nefs tezkiye oldukça fizik vücudun güçlenmesi.

6- Nefs tezkiye oldukça iradenin güçlenmesi.

7- Kişinin derecelerinin arttırılması ve kişinin bütün günahlarının Allahû Tealâ tarafından sevaba çevrilmesi.

Mucâdele-22’de Allahû Tealâ: “Onların başlarının üzerine devrin imamının ruhu gönderilir, onların kalplerinin içine îmân yazılır.” diye buyuruyor.

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullah(hizbullahi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah’a ulaşma gününe) îmân eden kavmi, Allah’a ve resûlüne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın. Velev ki; onlar, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah’ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar. Orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razıdırlar. İşte onlar, Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki; Allah, taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.

Gelen devrin imamının ruhu o kişinin ruhunu Allah’a gönderiyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).

Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.

“Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah” ifadesi ile Allahû Tealâ ne demek istiyor? Bu “gün” kişinin tâbiiyet gününü ifade ediyordu. İşte o gün o kişiye Allahû Tealâ dereceler verecek, o kişinin günahlarını sevaba çevirecektir. Bu sebeple Allahû Tealâ ona çok büyük ölçüde derecat verecektir. Bu nedenle “Dereceleri yükselten” ifadesini kullanmaktadır. “Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah” deyince Allahû Tealâ o seremonide devrin imamının ruhunun hazır bulunduğunu, arşı tutan meleklerle beraber olduğunu ifade ediyor. Ve kişinin derecelerinin artışını da “Dereceleri arttıran Allah” olarak bahsediyor.

Allahû Tealâ: “Kullarıdan lâyık olanların başlarının üzerine o kişinin ruhuna yevm’et telâkının geldiğini ihtar etmek için, haber vermek için, Allah’ın emrinden ruh gönderilir.” diyor. Yevm’et telâk; Allah’a mülakî olma gününün geldiği, devrin imamının ruhu tarafından o kişinin ruhuna ihtar edilir. “Senin yevm’et telâkın, Allah’a mülakî olma günün geldi, Allah’a ulaş.” emri verilir. Ruh sadece bu şekilde Allah’a ulaşmak üzere vücudu terk edebilir. Bunun dışında Allah’a ulaşmak üzere bir terk olayı hiçbir şekilde mümkün değildir.

Ruhunuz her an vücudunuzu terk eder, her an tekrar vücudunuza girer, hiç hissedemezsiniz. Ama ruh hiçbir zaman kendi kendine vücuttan çıktı diye Allah’a geri dönemez. Mekânı bu fizik vücuttur, tekrar geri dönmek mecburiyetindedir. Ne zaman ki, 14. basamakta devrin imamının ruhu o ruha “Allah’a dönüş günün geldi, dön.” derse o zaman ruh Allah’a nefs tezkiyesi diye bir olayla geri dönecektir. Onun için burada Allahû Tealâ “İnsanlara birri emrediyorsunuz da kendiniz unutuyorsunuz.” diyor. Buradan, “Nefsinizi tezkiye etmeyi emrediyorsunuz.” mânâsı çıkıyor.

Nefs tezkiyesi ise ancak Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi mürşidine tâbî olduktan sonra tahakkuk eder. Bu noktada o kişinin kalbine Allah îmân kelimesini yazmıştır ve kişinin nefsi, nefs tezkiyesine başlayacaktır. Bunun için kişinin fizik vücudu “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah,…” diye zikir yapar. Bu zikir Allah’ın katından aşağı, rahmetle fazl ve rahmetle salâvât adlı iki grup nur indirir. Bu nurlar o kişinin göğsüne gelir. Allah’ın göğsünden kalbine açtığı yolu takip ederek kişinin kalbine ulaşır, nefsin kalbinde îmân kelimesi yazılmıştır.

Îmân kelimesi, gelen rahmet, salâvât ve fazl isimli nurlardan fazılları kendisine çekecek olan manyetik alanın sahibidir. Yani îmân kelimesinin manyetik alanıyla fazlın manyetik alanı ters manyetik alanlardır. Bu sebeple birbirlerini çekerler. Allah’ın katından gelen fazıllar o kişinin kalbinde îmân kelimesi tarafından çekilip kendisine yapıştırılır. Böylece kalbin fazıllar tarafından işgal edilmesi başlar. Nefs-i Emmare’de bu fazl birikimi %7’yi ifade eder ve sonra daha üst boyutta devam eder.

Nefsin nefs tezkiyesine başlayabilmesi, fizik vücudun onu infâk etmesi ile mümkündür. Allahû Tealâ bu manevî infâkla o kişinin nefsinin kalbinin tezkiye olacağını ve ona bir başağında yüz tane bulunan yedi başaklı bir nebat grubu kadar o kişiye Allah’ın lütufta bulunacağını söylüyor. Bunun için de o kişinin fizik vücudunun aleni veya gizli bir infâkla, nefsini infâk etmesi gerektiği açıklanıyor.

Fizik vücut zikir yapıyor ama Allah’tan gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât isimli nurlar fizik vücudun göğsüne geliyor, oradaki yarıktan geçerek nefsin kalbine ulaşıyor. Allahû Tealâ Bakara Suresinin 261. âyet-i kerimesinde bu hususları söylüyor ve o kişinin infâka nail olabilmesi için, Allah’tan gelen nurların o kişinin kalbine girebilmesi için mutlaka o kişinin infâk etmesi lâzım geldiği ve fi sebîlillâhi olması yani ruhunun vücudundan ayrılıp Allah’a doğru yola çıkmış olması ifade ediliyor.

2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fi sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudaıfu li men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

O, Allah yolu’nda olup, mallarını infâk edenlerin durumu her başağında yüz tane olmak üzere, yedi başak veren bir (tohumun) nebatın durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırır. Allah, VÂSİ’un ALÎM’dir.

O kişinin dereceleri arttırılır ve o kişinin bütün günahları Allahû Tealâ tarafından sevaba çevrilir. Allahû Tealâ buyuruyor:

25/FURKAN-69: Yudâaf lehul azâbu yevmel kıyâmetive yahlud fîhî muhânâ(muhânen).

Ve kıyâmet günü onun azabı kat kat artar. Ve orada alçaltılmış olarak ebediyyen kalır.

25/FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen). Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).

“Hayır. Onlar cehenneme girmezler.” Kim onlar? Allah’a ulaşmayı dileyip de nefs tezkiyesi yapanlar ve tâbî olanlar, tâbiiyetini gerçekleştirenler. Kim tâbî olur da, böyle mü’min olursa, kalbine îmân yazıldığı için Allahû Tealâ bu seviyedeki mü’minlere “îmânı artan mü’min” diyor ve “Kim îmânı artan mü’min olur da nefs tezkiyesine başlarsa amilüssalihat yaparsa, o kişinin günahlarını sevaba çevirir.” diyor.

Böyle bir dizaynda nefs tezkiyesi başlar. Ebrarın faktörlerinden bir tanesi mutlaka nefs tezkiyesinin sahibi olmasıdır. Nefs tezkiyesi nefsin kalbindeki fazl birikimine bağlı bir olaydır.

1- İlk %7 fazl birikimi ile o kişinin ruhu 1. gök katına çıkar, Nefs-i Emmare tamamlanır.

2- İkinci %7’lik nur birikimi, ruh 2. gök katına çıkar, Nefs-i Levvame tamamlanır.

3- Üçüncü defa %7 nur birikimi, ruh 3. gök katına çıkar, Nefs-i Mülhime tamamlanır.

4- Dördüncü defa %7 nur birikiminde, ruh 4. gök katındadır, Nefs-i Mutmainne tamamlanır.

5- Beşinci defa %7 nur birikiminde, ruh 5. gök katındadır, Nefs-i Radiye tamamlanır.

6- Altıncı defa %7 nur birikiminde, ruh 6. gök katındadır, Nefs-i Mardiyye tamamlanır.

7- Yedinci defa %7 nur birikiminde, ruh 7. gök katındadır. Nefs-i Tezkiye kademesine gelinir ve ruh Allah’a ulaşır.

Ruhun, nefsin tezkiyesi ile Allah’a ulaşmasını Allahû Tealâ şöyle açıklıyor:

35/FATIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).

Yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner ulaşır).

“ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihi), ve ilallâhil masîr: Kim nefsini tezkiye ederse, o bunu kendisi için yapmıştır.”

Allahû Tealâ neden böyle söylüyor? Çünkü o kişi ezelde ruhunu Allah’a ulaştıracak diye Allah’a misak vermiştir. Nefsini tezkiye ve tasfiye edecek diye yemin vermiştir ve fizik vücudunu Allah’a teslim edecek diye ahd vermiştir. İşte kişi Allah’a verdiği nefs tezkiyesini burada gerçekleştiriyor. Nefsini tezkiye ediyor.

Tezkiye demek bir kişinin nefsindeki %100 afetin %51’inin %2 rahmet nuru ve %49 fazl nuruyla değiştirilmesidir. Nefsin tezkiye olduğu noktada, kişinin nefsin kalbini Allah’ın emirlerini yerine getirmek isteyen, yasak ettiği fiilleri işlemeyen nurlarla %51 oranında (%49 fazıl + %2 rahmet) doldurmak söz konusu olmuştur. Bu %51 nur birikimi, birrin yarı yoludur. Asıl birr, nefsin kalbinin %100 afetlerden kurtulması ile gerçekleşir.

Nefsin kalbi %51 nurla dolduğunda, ruh Allah’a ulaşır ve teslim olur, 1. teslim gerçekleşir.

25. basamakta nefsin kalbi %81 nurla dolar ve o kişinin fizik vücudu Allah’a teslim olur. Bu, birrin 2. teslimidir ve kişi daimî zikre ulaşır. Nefsini de Allah’a teslim eder. Bu, birrin 3. teslimidir. Burası artık o kişi için üst seviye bir kurtuluşu ifade eder. Neden? Kişi daimî zikirdedir.

Daimî zikre ulaşan bir insanın;

1. özelliği, daimî zikre ulaşmasıdır.

2. özelliği, o kişinin kalbindeki bütün afetlerin daimî zikir sebebiyle yok olmasıdır. Artık o kalbe yeniden karanlıkların girmesi ve hâkim olması mümkün değildir. Daimî zikir sebebiyle kalbe devamlı olarak kesintisiz bir şekilde nurlar girmektedir. Ama bu nurlar Rabbanî kapıdan gelirler ve zülmanî kapının üzerine baskı yapan rahmet ve fazl, rahmet ve salâvât nurları zülmanî kapının açılmasını o kişi hayatta olduğu sürece engeller. Böylece karanlıklar asla o kişinin kalbine giremezler, kalbin içi nurlarla doludur.

3. özelliği, kişinin kalp gözü açılmıştır.

4. özelliği, kişinin kalp kulağı açılmıştır. Allahû Tealâ’nın kalp gözüne birçok fizik ötesi şeyi mutlaka gösterecektir ve kalp kulağına da, o gösterdikleri şeylerin neler olduğunu söyleyecektir.

5. özelliği, böylece kişi her an Allah’la konuşabilen ehli tezekkür hüviyetine gelecektir.

6. özelliği, daimî zikrin sahibi olduğu için devamlı hayır kazanan birisi olacaktır, ehli hayır olacaktır.

7. özelliği, bu kişi Allah’la her zaman konuşabildiği için, cevaplar alabildiği için ehli hikmet olacaktır. Hangi âyete baksa Allahû Tealâ ona o âyet hakkında bilgiyi ulaştıracağı için o âyet konusundaki neticeyi hemen söyleyebilir. Âyetin 28 basamaktan hangisi ile ilgili olduğunun cevabını hemen verebilir. Bu kişi aynı zamanda hâkim veya hakem olursa Allah’tan soracağı için mutlaka adaletle hükmeder.

Daimî zikir noktasından sonra kişi ihlâsa ulaşır yani irşad olur. Daha sonra ise iradesini de Allah’a teslim ederek birrin, ebrar olmanın son noktasına ulaşır. Burası iradenin teslimidir.

Salâh makamının 5. kademesinde irade Allah’a teslim olur ve kişi Allahû Tealâ tarafından “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesi ile irşad makamının sahibi olur, irşad görevine başlar. İşte burası ebrar olmanın bütün insanlardaki en üst noktasıdır. Bütün ebrarın kader hücreleri illiyyindedir, bütün ebrarın gideceği yer Allah’ın cennetidir.
 
  Bugün 1 ziyaretçiburdaydı! Sizleri çok seviyoruz  
 
Copyright © 2007 Mehdi Resul Portalı
Tuncay Demir
Mehdiresulkimdir.tr.gg
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol