|
İslâm’dan kopan kavramlardan “amilüssalihat” yani nefsi ıslâh edici ameller.
Salâh kelimesi, ıslâh kelimesi, salihat kelimesi hep aynı kökten gelir. Amilüssalihat da nefsi ıslâh edici faktörler, nefsi ıslâh edici ameller anlamında kullanılmaktadır. Her ne kadar birtakım insanlar; namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek gibi amelleri amilüssalihat olarak değerlendiriyorlarsa da, realite o değildir. Amilüssalihat, nefsi ıslâh edici amel demektir. Bu sayılan beş tane faktör arasında olan namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek ve kelime-i şahadetten hiçbirisi nefs tezkiyesini gerçekleştirmez.
Öyleyse amilüssalihat nedir? Amilüssalihat öyle bir ibadet türüdür ki; nefsiniz tezkiye olur. Yani nefsinizin kalbine Allah’ın fazılları girer ve îmân kelimesinin etrafına yerleşmeye başlar. Onun yerleşmesiyle nefsinizin kalbi, nefsinizin kalbine yerleşen fazıllar kadar afetlerden korunur, kurtulur. İşte bu işlev amilüssalihattır, nefsi ıslâh edici ameldir. Bunun jeneratörü zikirdir. Eğer zikir yoksa amilüssalihat yoktur.
Devrimizdeki dîn adamları diyorlar ki: “Biz amilüssalihat yapıyoruz. Namaz kılıyoruz, oruç tutuyoruz, zekât veriyoruz, hacca gidiyoruz, kelime-i şahadet de getiriyoruz. Bunların hepsi amilüssalihattır.” Oysaki saydıkları beş tane faktörün yani İslâm’ın beş şartının içinde amilüssalihat yoktur. Bu yüzden İslâm âlemi bu kadar kötü bir durumdadır. İslâm âlemi zikirden ve İslâm’ın 7 safhasından yoksun bırakılmıştır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra asırlar geçince, insanlar Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin ne yaptığını unutmuşlardır. Sahâbenin Allah’a ulaşmayı dilediğini unutmuşlardır. Allah’a ulaşmayı dilemenin Kur’ân-ı Kerim ile üzerimize farz olduğunu unutmuşlardır. Sahâbenin Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olduğunu unutmamışlar ama kendilerinin de tâbî olması lâzım geldiği konusunu unutmuşlardır. Sahâbenin, ruhlarını Allah’a ulaştırdıklarını unutmuşlardır. Fizik vücutlarını (vechlerini) Allah’a teslim ettiklerini unutmuşlardır. Nefslerini Allah’a teslim ettiklerini, daimî zikre ulaştıklarını unutmuşlardır. Muhlis olduklarını, irşad olduklarını unutmuşlardır. İradelerini de Allah’a teslim ederek irşad makamına tayin edildiklerini de unutmuşlardır. Ve şimdi dîn adamları, kendilerinin irşad ettiklerini zannediyorlar.
İrşad müessesesi sadece tek bir muhtevada gerçekleşir. Bir kişi rüşd yoluna girdiği takdirde irşad olur. Sadece iki türlü yol vardır. Ve bunlardan rüşd yolu, amilüssalihatı ifade eder. Zikir yoluyla nefsin kalbine önce %2 rahmetin, sonra da devamlı %7, %7 fazılların birikmesiyle insan ruhunun vücudundan ayrılarak Allah’a ulaşmasını ihtiva eder.
Allah ile olan ilişkilerimize dikkatle baktığımız zaman, İslâm’ın ne kadar çok kan kaybettiği çok açık bir hüviyette görülmektedir. İşte unutulan konulardan biri de bu amilüssalihattır, nefsi ıslâh edici amellerdir. Nefsi ıslâh edici amel zikirdir. Allah’ın ismini “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah...” diye ya sesli olarak veya sessiz olarak veya dilinizi de kımıldatmadan içinizdeki sesle Allah kelimesini tekrar etmektir. Üçü de zikirdir. Üçü de amilüssalihattır.
Herhangibir kişi şu anda sesli olarak “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah...” diye Allah’ın ismini tekrar ederse ne olur? Hiçbir şey olmaz. Ama kim Allah’a ulaşmayı dilemişse; Allah ona Allah’ın birtakım imkânlarını verdikten sonra bu kişi zikir yaparsa, onun göğsünden kalbine Allah’ın rahmeti ve fazlı ulaşır. Ve rahmet o kişinin kalbine sızmaya başlar. Ne zaman? Hadi gelin, ne zaman olduğuna beraberce bakalım.
1. basamak: Olayları yaşarız. Herkes yaşar.
2. basamak: Olayları değerlendiririz. Herkes değerlendirir. İnsanların %90’dan fazlası Allahû Tealâ tarafından seçilir. Sadece kendileri Allah’a ulaşmayı dilemeyip de, başka insanları da Allah’a ulaşmayı dilemekten men edenler seçilmezler. Seçilenlerden kim Allah’a ulaşmayı dilerse, onlar amilüssalihatın namzetleridir.
Allahû Tealâ o kişi Allah'a ulaşmayı dilediği zaman, kişinin kalbindeki Allah’a ulaşma dileğini hem işitir, hem bilir, hem de görür. Bundan sonra ne olur? Bundan sonra Allahû Tealâ bu kişiyi mükâfatlandırır. Ne yapar?
Eğer kişi irşad makamı tarafından kendisine tebliğ yapılıp “Allah’a ulaşmayı dile.” emrini aldığı zaman ilgilenmemişse, sesini çıkarmamışsa ama karşı da çıkmamışsa; bu kişi Allah’a ulaşmayı dilediği zaman, Allahû Tealâ hassaları üzerindeki engelleri alır. Allah o kişinin görme hassasının (basar hassasının) üzerindeki gışaveti alır. Kulaklarının mührünü açar, kalbinin mührünü açar ve kalbine ihbat koyar.
Eğer kişi kendisine tebliğ yapılınca ona karşı çıkmışsa, Allah onun uzuvları üzerine engeller koymuştur ve ne zaman bu kişi Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah o kişinin gözlerindeki hicab-ı mestureyi alır. Kulaklarındaki vakrayı alır. Kalbindeki ekinneti alır. Ve kalbine ihbat koyar.
Ama kim hem Allah'a ulaşmayı dilememiş, hem de bir mürşid veya herhangi birisi “Allah’a ulaşmayı dileyin. Dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir.” dediğinde bu kişi ona karşı çıkmakla kalmayarak “Hayır, bu adam yalan söylüyor. Allah’a ulaşmayı dilemek diye bir şey yoktur. İnsan ruhu vücudundan ayrılırsa insan ölür.” diye Kur’ân’a ters düşen beyanlarda bulunur da insanları tuzağa düşürürse, işte onlara Allahû Tealâ 6 tane engel koyar. Gözlerine hicab-ı mesture, kulaklarına vakra, kalplerine ekinnet ve görme hassalarının üzerine gışavet adlı bir perde koyar, işitme hassalarını ve kalplerini de mühürler. İşte bu vasıftaki bir insan Allah’a ulaşmayı dileyince Allahû Tealâ bu 6 engeli de alır ve kalbe yine ihbat koyar.
İşte bir insan Allah’a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ böyle bir dileği işitir, bilir ve görür. Onun üzerinde derhal Rahîm esmasıyla tecelliye başlar. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
12/YUSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret (günahları sevaba çeviren) edendir, Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye eden).
“Ama Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği nefsler hariç.” İşte Allah sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlere Rahîm esmasıyla tecelli eder (4. basamak). Allahû Tealâ, Rahîm esması sebebiyle, kişideki bu yukarıda tarif edilen değişiklikleri tahakkuk ettirir (5., 6., 7. basamaklar). Zikir başlar mı? Hayır, başlamaz. Başlasa da bir hüküm ifade etmez. Allahû Tealâ bundan sonra o kişinin kalbine ulaşacaktır (8. basamak) ve o kişinin kalbini Allah’a çevirecektir (9. basamak). Yetmez. Allahû Tealâ En’am Suresinin 125. âyet-i kerimesine göre o kişinin göğsünü yaracaktır (10. basamak).
6/EN’AM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleki Allah, kimi O’na (Allah’a) ulaştırmayı dilerse onun göğsünü İslâm (Allah’a teslim) olması için yarar (göğsünden kalbine nur yolu açar). Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.
Yani ruhunun, fizik vücudunun, nefsinin ve iradesinin Allah’a teslim olması için Allahû Tealâ kişinin göğsünü yarar. Niçin yarar? Teslimler için yarar. Çünkü o kişinin amilüssalihatla kazanacağı nurlar, derece derece o kişinin ruhunun Allah’a ulaşmasını, fizik vücudunun, nefsinin ve iradesinin Allah’a teslim olmasını temin eder. Bunların hepsi amilüssalihata bağımlıdır.
Amilüssalihat, bir insanın Allah’ın en büyük ibadeti olan zikri gerçekleştirmesiyle tahakkuk eder. Evvelâ amilüssalihatın yegâne faktörü olan zikir farz mıdır? Konumuza buradan girelim. Zikir farzdır. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Rabbinin (Allah'ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O'na (Allah'a) dön (ulaş, vasıl ol).
Allah’ın ismiyle ara sıra zikretmek ya da günün yarısından daha az zikretmek yani az zikretmek Allahû Tealâ tarafından üzerimize farz kılınmıştır. Peki, günün yarısından daha çok zikretmek yani Allah’ı çok zikretmek üzerimize farz mıdır? O da farzdır. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
33/AHZAB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
Bu, bir kişinin günün yarısından daha fazla zikrettiği noktaya gelmeden evvelki devirlerinde söylenen bir sözdür. O kişi ruhunu Allah’a ulaştırmıştır. 33 bin zikirdedir. Bundan sonra bu kişinin çok zikir yapması, yavaş yavaş o kişi için bir tatbikat konusu olacaktır. Ve kişi zikrini yavaş yavaş günün yarısından öteye taşımaya çalışacaktır. O kişinin ruhu Allah’a ulaşmıştır. O kişi bundan sonraki devrede çok zikir yapacaktır. Böylece günün yarısından daha fazla zikre geçtiği zaman, züht sahibi yani zahid olacaktır. Farz mıdır? Evet farzdır.
Amilüssalihat, zikir denilen bir müessese ile gerçekleşir. Az zikir de günün yarısından daha fazla zikir de çok zikir de üzerimize farzdır. Peki, daha ötesi, daimî zikir farz mıdır? Daimî zikir de farzdır. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
4/NİSA-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah’ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz, mü’minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.
Bir insan üç halde bulunabilir. Ya oturuyordur ya ayaktadır ya da akşam yattığı gibi yatıyordur. Allahû Tealâ üç halin üçünde de; ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de zikretmemizi yani amilüssalihat yapmamızı emretmektedir. Öyleyse farz olan bir işlemden bahsediyoruz.
Zikrin, amilüssalihatı oluşturan yegâne faktörün, namazla ve Kur’ân-ı Kerim tilâveti ile olan ilişkisine bakalım. Hangisi daha büyüktür? Kur’ân-ı Kerim tilâveti mi, namaz kılmak mı, yoksa Allah’ı zikretmek mi daha büyüktür? Üçünün de adı Kur’ân-ı Kerim’de zikir olarak geçmektedir. “Hatırlamak” mânâsını aldığınız zaman; Kur’ân-ı Kerim ile Allahû Tealâ’yı hatırlarsınız. Namazla da Allahû Tealâ’yı hatırlarsınız. Allah için namaz kılarsınız. Allah için Kur’ân-ı Kerim okursunuz. Zikrullah’la da Allah’ı hatırlarsınız. Allah’ı zikretmek suretiyle gene Allah’ı hatırlarsınız.
Bu üç hatırlamadan hangisi en büyüktür? Allahû Tealâ: “Zikrullah” diyor. Allah’ı zikretmek...
29/ANKEBUT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salatı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salat (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
Zikretmek, hatırlamak mânâsına gelir. Kişi bir şeyin, bir konunun daha evvel bahsedildiğinden söz açarak, aynı konuyu “yukarıda zikredildiği gibi” ifadesiyle bir defa daha ifade eder. Yani o konu yukarıda da, daha evvel de ifade etmiştir. Bir defa daha tekrar edilmektedir. Öyleyse Kur’ân-ı Kerim tilaveti bir zikirdir, namaz bir zikirdir, Allah’ın ismini “Allah, Allah, Allah, Allah...” diye tekrar etmek bir zikirdir. Allah’ı hatırlamak da bir zikirdir. Allahû Tealâ bunlardan nasıl bir zikir mânâsı çıkarmıştır? Bunu Muzemmil-8’de açık bir şekilde görüyoruz:
73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Rabbinin (Allah'ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O'na (Allah'a) dön (ulaş, vasıl ol).
Rabbimizin ismi nedir? Allah’tır. El-İlâh yani Allah kelimesidir. “Allah, Allah, Allah, Allah...” diye Rabbimizin ismi ile ya sesli ya sessiz veya dilimizi de kımıldatmadan, içimizdeki sesle Allah’ın ismini tekrar etmenin hepsi Allahû Tealâ’nın dizaynıdır.
Bizler bütün insanlarla birlikte, bir defa daha Allah’ın dizaynı içerisinde zikir yapmak mecburiyetindeyiz. Bütün insanlar, üzerlerine zikir farz olduğu için zikri yapmak mecburiyetindeler. Ama zikir dînimizde unutulmuş durumdadır. Bugün İslâm’ın beş şartı vardır: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek. İslâm’ın beş şartı zikri ihtiva etmiyor. Allahû Tealâ diyor ki: “Hem az zikir farzdır hem çok zikir farzdır hem de daimî zikir farzdır.” Ve ne 32 farzda ne 54 farzda zikir mevcut değildir. Şeytanın bu korkunç tuzağını görebiliyor musunuz?
Şimdi kaldığımız yerden devam edelim. Neydi olay? Allahû Tealâ diyordu ki: “Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse, o kişiyi teslimlere ulaştırmak için onun göğsünü yarar, şerheder, açar.” Allahû Tealâ acaba ne demek istiyor? Teslimlerden bahsettik:
Ruhun teslimi 22. basamakta gerçekleşir.
Fizik vücudun teslimi 25. basamakta gerçekleşir.
Nefsin teslimi 26. basamakta gerçekleşir.
İradenin teslimi 28. basamakta gerçekleşir.
Ama hepsi de üzerimize farzdır. Zamanımızın dîn âlimlerinin bu farzlardan da artık haberleri yoktur. Onlar emaniyye bilgileri bilirler. Kendilerini Allah’ın cennetine ulaştırması mümkün olmayan bir ilmin sahipleridir. Ve omuzlarında ağır bir vebal taşırlar. Çünkü şu anda 70 milyon insanın cehenneme doğru yol almasının arkasında yatan sebep, dîn adamlarımızın Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’ini bilmemeleri ve Allah’ın farzlarını, İslâm’ın 7 safhası da farz olmasına rağmen dikkate almamaları, insanlara öğretmemeleri ve insanlar sordukları zaman da: “Hayır, böyle bir şey yoktur.” demek cesaretinde bulunabilmeleridir.
Allahû Tealâ diyor ki: “Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse; onun göğsünü şerheder, yarar, İslâm’a açar.” Yani o kişinin 4 teslimi gerçekleştirmesi için göğsünden kalbine bir yol açar. Burası 10. basamaktır.
Bu kişi 11. basamakta zikre başlar. Amilüssalihat gerçek anlamda burada başlar. Bu, amilüssalihatın birinci ayağıdır. Ve burada kalbe en çok %2’ye kadar rahmet girecektir. Kalbe rahmetin sızması bu noktada (11. basamakta) başlar. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur. Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlettedirler.
Görüyoruz ki; Allahû Tealâ nurunu kişinin kalbine göndermeye başlamıştır. İşte bu, amilüssalihatın ilk meyvesidir. İlk adım, rahmet nurları tarafından gerçekleştirilir. Neden? Çünkü Allah’ın Rahîm esması faaliyettedir. Rahîm esmasının gönderdiği rahmet, fazl ve salâvât adlı üç grup nurdan birincisi rahmet nurudur. Allah’ın Rahîm esmasıyla o kişiye tecelli ettiğini gösteren bir öncü kuvvet olarak, o kişinin kalbine sadece %2 rahmet girer. Rahmetin girmeye başladığı yer 11. basamaktır. %2’nin tamam olduğu yer ise 12. basamaktır. %2 nur tam olduğu zaman, kişi 12. basamağa ulaşır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
57/HADİD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fetâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Âmenû olanların kalplerinde, Allah’ın zikri ile (ve bu zikirle) Hakk’tan inen şeyle (nurla) huşûya ulaşmak zamanı gelmedi mi? Kendilerine kitap verilen ve sonra aradan uzun zaman geçen ve kalpleri kasiyet bağlayan kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu fasıklardır.
%2 rahmet nurunun o kalbe girmesi, kalpte huşûnun oluşmasını ifade eder. Böyle bir kişi hacet namazını kıldığı zaman mutlaka mürşidine ulaşır. Tâbiiyetini müteakip yeni bir olay tahakkuk eder. Bu tâbiiyet, o kişinin kalbine rahmet ile fazlın ötesinde rahmet ile salâvât isminde ikinci bir grup nur daha gönderir. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki; kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki; Allah içiniz (O’nun için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” dediler.
2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salavâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
Onlar (dünya hayatında Allah’a döneceklerini bilenler var ya), Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, hidayete ermiş olanlardır.
İşte amilüssalihatın neticesi, insan ruhunun Allah’a ulaşması ve teslim olmasıdır. Daha sonraki neticeleri ise fizik vücudun da, nefsin de, iradenin de Allah’a teslimidir. Amilüssalihat, sadece nefsi ıslâh edici amellerdir. Ve bu ıslâh edici amel, başlangıçta kalbe %2 rahmet nuru götürür. Ondan sonra o kişinin kalbindeki her %7 fazl birikiminde, vücuttan ayrılmış olan ruh Allah’a doğru 7 katlık bir yolculuğa çıkar.
Nefsin kalbinde %7 fazl birikiminde ruh birinci gök katına ulaşır. Bu, Nefs-i Emmare'yi ifade eder.
İkinci defa %7 nur birikiminde, ruh ikinci gök katına çıkar. Bu, Nefs-i Levvame’yi ifade eder.
3. defa %7 nur birikiminde, ruh üçüncü gök katına çıkar. Bu, Nefs-i Mülhime’yi ifade eder. Kişi Allah’tan ilham almaya başlar.
4. defa %7 nur birikiminde, kişinin nefsi doyuma ulaşmıştır, mutmain olmuştur. Bu, Nefs-i Mutmainne’yi ifade eder.
Sonra bu kişinin Allahû Tealâ ile olan dizaynında, %7 nur birikiminin 5. defa tahakkuk etmesi, o kişinin Allah’tan razı olmasını, Nefs-i Radiye’yi ifade eder.
6. defa tahakkuk etmesi Allah’ın da o kişiden razı olmasını, Nefs-i Mardiyye’yi ifade eder.
7. defa tahakkuk etmesi kişinin nefs tezkiyesini tamamlayarak ruhunu Allah’a ulaştırmasını, Nefs-i Tezkiye’yi ifade eder.
Ve kişinin giderek zikrini artırmasıyla bu nur birikimi, nefsin teslimiyle nefsin kalbini tamamen doldurur. Burada kalp 7 kademe müzeyyen olacaktır. Yerlerin melekûtu gösterilir. Sonra göklerin melekûtu gösterilir. Kişi ihlâs makamında olur. Sonra öteye geçilir. Kalp 4 mertebe daha müzeyyen olur. Ve sonunda iradenin Allah’a teslimi olayı tahakkuk eder. Ve kalp bir kere daha müzeyyen olur.
İşte nefs tezkiyesinin gerçek anlamda başlaması, nefsinizin kalbine %2 rahmetin dışında fazılların da girebilmesi, amilüssalihatın gerçek boyutunu gösterir. Bu, ancak bir tâbiiyetten sonra gerçekleşir. Burada kişi, mürşidine karşı iştiyak duyar, mürşide ulaşmak ister. Bütün evliya nasıl mürşidlerine ulaşıp tâbî olmuşlarsa, onun da içinde mürşidine ulaşmak konusunda büyük bir arzu vardır ve Allahû Tealâ’dan irşad makamına ulaşmayı diler. Kişi bu dileğin neticesinde, Allah ile olan ilişkisinde yeni bir safhaya ulaşır. Bu ulaştığı noktada, Allah’ın söylediği bir sonuç söz konusudur. İrşad makamına ulaşılır. Kişi nefs tezkiyesi için hazır olur. Allahû Tealâ ne yapar? Kişiyi amilüssalihat denilen nefs tezkiyesinin aslî unsuruna nasıl ulaştırır? Allahû Tealâ 12 tane ihsanla mürşidine ulaşan kişiye tâbî olduğu noktada 7 tane ni'met verir. Amilüssalihatın temeli, alınan bu ni'metlerdir.
1. ni’met: Allah, kişinin kalbinin içine îmân kelimesini yazar.
2. ni’met: O kişinin başının üzerine devrin imamının ruhu ulaşır.
Bu iki işlev, Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince gerçekleşir:
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullah(hizbullahi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah’a ulaşma gününe) îmân eden kavmi, Allah’a ve resûlüne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın. Velev ki; onlar, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah’ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar. Orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razıdırlar. İşte onlar, Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki; Allah, taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
Allahû Tealâ diyor ki: “Onların kalplerinin içine îmân kelimesi yazılır ve başlarının üzerine Allah’ın katından ruh gönderilir.”
Bir kişinin kalbine îmân yazılırsa ne olur, yazılmazsa ne olur? Kişinin kalbine îmân yazılmasaydı, bu kişi sadece rahmet nurunu alabilirdi. Sadece yarıktan geçen rahmet nuru o kişinin kalbine girebilirdi. %2’den fazlası da kalpte barınamazdı. O kişi ömrü boyunca kalbindeki sadece %2’lik rahmetle yaşardı. Ama ne zaman o kişi mürşidine tâbî olmuşsa, o zaman kalbine îmân yazılır. Kalbine yazılan îmân son derece önemli bir konudur. Çünkü kalbe yazılan îmân kelimesi manyetik bir alanı temsil eder.
Kalbe îmân yazıldıktan sonra o kişi zikir yaptığında; “Allah, Allah, Allah, Allah...” diye Allah’ın ismini tekrar ettiğinde, o kişinin kalbine giren rahmet nurları artık o kişinin kalbinde kalamaz. %2 rahmet yerleşmiştir. O kişinin kalbine giren salâvât da o kişinin kalbinde kalamaz. Ama kalacak olan fazıllardır. Fazileti vücuda getirecek olan, o kişiyi faziletli bir insan haline getirecek olan fazıllar, o kişinin kalbine gelirler ve îmân kelimesine yapışırlar. Neden? Çünkü Allah’ın katından gelen fazılların taşıdıkları manyetik alanla, Allah’ın kalbe yazdığı îmân kelimesinin manyetik alanı birbirinin zıddıdır, bu sebeple birbirini çekerler. Allah’ın katından gelen fazıllar nur kapısından kalbe girdikten sonra, mutlaka kalbin içindeki îmân kelimesine yapışmaya, orada sabit kalmaya başlarlar.
Şimdi nefsimizin kalbinden bahsedelim. Nefsimizin kalbi, başlangıçta bütün insanlarda %100 afetlerle doludur. Ruhumuz da hasletlerle doludur. Afetler Allah’ın bütün emirlerine karşı çıkan, Allah’ın yasak ettiği bütün fiilleri işlemek isteyen bir özellikle yaratılmışlardır. Ruhun hasletleri ise Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yapmak isteyen, yasak ettiği hiçbir fiili asla yapmak istemeyen bir özellik taşırlar. Bu sebeple, ruhumuz vücudumuzda olduğu sürece ruhumuzla nefsimiz arasında devamlı bir kavga vardır. Bu kavga sebebiyle insanlar huzursuzdurlar. İçlerindeki kavga, mutluluğu yaşamalarına mâni olur. Bu insanlar diğer taraftan etrafındaki insanlarla da kavgalıdırlar. Kendilerine söylenen sözlere veya başka yapılanlara tahammül edemezler. Hep farklı bir dizaynı ifade ederler. Hep mutsuzdurlar.
İşte bir insan mürşidine ulaştığı zaman kalbine yazılan îmân kelimesiyle, %2 rahmetin ötesinde artık kalbe rahmet gelip yerleşemez. Fazıllar, kalbi tamamen dolduracak olan nurlardır. Fazılların yerleşebilmesi ise kalbe îmânın yazılmasına %100 bağlıdır. Kalbe îmân yazılmıştır. Nefs tezkiyesi yani amilüssalihat gerçek anlamda burada başlar. Nefsin kalbine nurlar girmeye başlar.
Bu gelip de yerleşen nurlar, nefsin kalbinin %7’lik kısmını şeytanın hâkimiyetinden tamamen koparıp alır. Kalp, Allah’ın nurlarının hâkimiyetine girer. O kişinin kalbindeki %2 rahmetle beraber %7 fazl; Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmek isteyen, yasak ettiği fiilleri işlemeyen bir özelliği kalpte temsil etmeye başlarlar. Burası Nefs-i Emmare’dir. Mürşidimize ulaştığımız zaman başka ne olur? Devrin imamının ruhu başımızın üzerine ulaşır. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
Devrin imamının ruhu, bu noktadaki kişinin başının üzerine mutlaka gelir. Kalbe îmân yazılması, devrin imamının ruhunun gelmesi ile aynı noktaya, aynı âna rastlar. İkisi birden Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesine göre gerçekleşir. Devrin imamının ruhu kişinin ruhuna der ki: “Senin Allah’a mülâki olma günün (yevm’it telâkın) geldi. Vücudu terk et. Allah’a doğru yola çıkacaksın.” Onun için o ruh vücuttan ayrılır (3. ni’met). Ve evvelâ mürşidin dergâhına ulaşır. O dergâhta bir süre kaldıktan sonra, mutlaka devrin imamının dergâhına ulaşır. Çünkü bir tek çıkış kapısı vardır. O çıkış kapısı, devrin imamının dergâhındadır. Ve kişi zikrini yapmaya başlar.
Peki bu kademede başka ne olur? Allahû Tealâ o kişiye o güne kadar 1 derecesine 10 katını verirken, o günden itibaren 100 kat vermeye başlar. Ve bu 100 kat, 200, 300, 400, 500, 600, 700 kata kadar çoğalacaktır (4. ni’met).
Allahû Tealâ’nın dizaynında, nefs bu işlemi yapar, nefs tezkiyesi yapar. Nefs tezkiyesi sebebiyle fizik vücut Allahû Tealâ’yı zikreder ama nefsi infâk eder. Zikrettiği zaman fizik vücut zikretmiştir. Allah’ın katından gelen rahmet ile fazl ve rahmet ile salâvât nurları fizik vücudun göğsünden kalbine açılan yolu geçerler. Nefsin de göğsünden kalbine yol açılmıştır. Bu nurlar nefsin kalbine ulaşır. Fizik vücut, nefsi infâk eder. İşte o infâkın sonunda nefsin kalbinde, söylediğimiz gibi îmân kelimesinin etrafına yapışan fazıllar nefs tezkiyesine başlarlar. Öyleyse nefsimiz tezkiyeye başlar (5. ni’met). Bu ne sağlar? Nefsimizin kalbinde nurlar biriktikçe, fizik vücudumuzun nefsin afetlerine karşı hâkimiyeti her gün biraz daha artar (6. ni’met). Aynı zamanda irademizin de nefsin afetlerine karşı savaşı giderek daha çok başarılı bir hüviyet kazanır (7. ni’met).
Allah ile olan ilişkilerimizde her şeyin en güzel sonuçlanması, bu zikrin daimî zikir haline gelmesine bağımlıdır. Ama bu noktada kişi zikir yapar ve Allah’ın katından gelen rahmet ile fazl ve rahmet ile salâvât nurları o kişinin göğsüne gelir. Göğsündeki yarıktan geçerek kalbe ulaşır. Fazıllar kalbin içindeki îmân kelimesine yapıştığı için, nefsin kalbinde birikmeye başlarlar. İşte bu fazl birikimi, nefs tezkiyesinin gerçek işaretini taşır. Nefsin temizlenmesi, tezkiye edilmesi bu yolla olur. Nefsin kalbinde %7 nur birikimi oluştuğu zaman, kişi Nefs-i Emmare’dedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
12/YUSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret (günahları sevaba çeviren) edendir, Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye eden).
İnsan ruhu vücuttan ayrılmış, devrin imamının dergâhına gitmiştir. %7 nur birikiminde, bu ruh diğer ruhlarla beraber birinci gök katına kadar yükselir. Diğerleri üst katlara çıkar. O çıkamaz. İkinci bir %7 nur birikimi tahakkuk ettiği takdirde ikinci kata kadar çıkar (Nefs-i Levvame). Allahû Tealâ buyuruyor ki:
75/KIYAME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, o levvame (kınayan, suçlanan) nefse yemin ederim.
İkinci defa %7 fazl birikiminde ruh ikinci gök katındadır.
Üçüncü defa %7 nur birikiminde (Nefs-i Mülhime), kişi Allah’tan ilham almaya başlar. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Yemin ederim ki; o nefs, sevva edildi (7 kademede).
91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Ona (o nefse), (Allah'ın) takvası ve (şeytanın) füccuru ilham edilir.
91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Andolsun ki; nefsini tezkiye eden, felâha erer (cennete girer).
Nefs tezkiyesi, amilüssalihatın ta kendisidir. En sonunda da tasfiye söz konusu olacaktır. Dördüncü defa %7 fazl birikiminde (Nefs-i Mutmainne) kişi doyuma ulaşmıştır. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
13/RAD-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?
Beşinci defa %7 nur birikimi Nefs-i Radiye, altıncı defa %7 nur birikimi Nefs-i Mardiyye kademesidir. Bu iki kademe Fecr Suresinin 28. âyet-i kerimesinde ifade edilmektedir.
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
(Ey ruh!) Rabbine geri dön (erek ulaş). Allah’tan razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanarak.
Böyle bir dizaynda Nefs-i Radiye’de, ruh beşinci gök katındadır. Nefs-i Mardiyye’de ruh altıncı gök katındadır. Ve nihayet yedinci gök katına ulaşan ruh, tezkiye adı verilen bir olayı gerçekleştirir. Nefs tezkiyesi; nefsin kalbinin %49 fazılla, %2 de rahmetle dolması halidir. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
35/FATIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in tet’u muskaletun ilâ hımlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihi), ve ilallâhil masîr(masîru).
Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez. Eğer (başkasını) çağırırsa yüklensinler diye, hiçbiri yüklenilmez. Akrabası olsa bile. Muhakkak ki sen, ancak Rab’lerine gaybte huşû duyanlar ve namaz kılanları uyarırsın. Kim nefsini tezkiye ederse, bunu kendi nefsi için yapmış olur. Ve (ruhu) Allah’a döner, varır.
Burası, nefs tezkiyesinin olduğu yerdir. Nefste yedinci defa %7 fazl birikimi olmuştur (%49). %2 de rahmet nuru vardır. %51 ile kişinin nefsi Allah’ın güzelliklerini oluşturur.
Burada nefsin tezkiye olayı tamamlanmıştır. Peki, acaba ruh ne olmuştur? Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği zaman vücuttan ayrılan ruh, Nefs-i Emmare'de birinci gök katına, Nefs-i Levvame'de ikinci gök katına ve kademeleri birer birer takip ederek yedinci defa %7 fazl birikimiyle yedinci gök katına çıkmıştır. Yedinci gök katında soldan sağa 7 tane âlem geçerek Sidretül Münteha'ya ulaşmıştır. Her birinde işlemlerini tamamlayarak, sonunda zikir hücrelerinde zikrini tamamlayarak kişinin ruhu Sidretül Münteha'ya ulaşır.
Sidretül Münteha, İndi İlâhi'deki en yüksek noktadır. Ruh, oradan Allah’ın Zat’ına ulaşır ve Allah’ın Zat’ında yok olur. İşte Allah’ın Zat’ına ulaşmak, nefs tezkiyesinin tabiî neticesidir. Fatır-18, nefs tezkiyesi yapanın ruhunun Allah’ın Zat’ına ulaştığını kesinleştirmektedir.
Sonra ne olur? Bu kişinin kalbindeki nurlar %51’i aşmıştır. Bu kişi fenâ makamının sahibi olur, bekâ makamının sahibi olur. Giderek zikri artar. Ruhu Allah’ın katında bir tahta sahip olur. Kişi daha sonra züht makamının sahibi olacaktır, zikri günün yarısını aşacaktır. Nefsin kalbinde %71 nur birikimi oluşmuştur. Günün yarısını aşan bir zikir ve aşan bir amilüssalihat, nefsin kalbindeki fazılları giderek arttıracaktır. Süre uzayacaktır, kişi günün yarısından daha çok, daha çok zikir yapacaktır. Ve nefsin kalbindeki nurlar %81’e ulaştığı zaman, kişi fizik vücudunu da Allah’a teslim etmiş olacaktır. Fizik vücudun teslimi, amilüssalihatın yeni bir bölümüdür. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
4/NİSA-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
O kişiden, vechi (fizik vücudu) dînde daha ahsen kim vardır? O kişi ki; vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuştur. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost ittihaz etmiştir.
Daha sonra bu kişi %81 nur birikimiyle, fizik vücudunu Allah’a teslim eder. Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmeye başlar. Bundan sonra o kişi daimî zikre ulaşacaktır. Amilüssalihatın en güzel bölümü daimî zikirdir. Daimî zikir üç ayrı bölüm gösterir:
- Ulûl’elbab makamı,
- İhlâs makamı,
- Salâh makamı.
Salihat kelimesiyle salâh kelimesi aynı kökten gelir. Islâh kelimesi de aynı kökten gelir.
Ulûl’elbab makamındaki kişinin 7 özelliği vardır:
1- Kişi ulûl’elbab makamında daimî zikrin sahibidir .
2- Bu sebeple nefsin kalbinde hiç afet kalmamıştır.
3- Kalp gözü açılmıştır.
4- Kalp kulağı açılmıştır.
5- Bu kişi her an Allah ile tezekkür etmek imkânını, Allah’ın sözlerini işitmek ve O’na cevap vermek imkânını kazanmıştır.
6- Bu kişi daimî zikirdedir. Ehli hayırdır. Devamlı derecat kazanır.
7- Ve bu kişi ehli hükümdür ve ehli hikmettir. Hem hakem veya hâkim olarak verdiği kararlarda Allah’tan soracağı için mutlaka doğru karar verir hem de Allah’ın 28 basamaktaki Kur’ân muhtevasını bütünüyle bilir. Hangi âyeti görse onun hangi basamağa ait olduğunu derhal söyleyebilir.
Kişi ulûl’elbab makamından sonra ihlâs makamına geçecektir. Yedi kademe yerlerin melekûtu, ulûl’elbab makamında gösterilir. Göklerin melekûtu ihlâs makamında gösterilir. Kişinin nefsindeki aydınlık %100’ü zaten bulmuştur. Kişinin kalbi ulûl’elbab makamında (yerlerin melekûtunda) yedi mertebe müzeyyen olmuştur. Göklerin melekûtu gösterildiğinde yedi kademe daha müzeyyen olur. Kişi yedinci gök katında Sidretül Münteha'yı gördüğü zaman Tövbe-i Nasuh'a davet edilir. Bu, salâh makamına geçiştir. Salâh makamının birinci kademesi budur.
1- Kişi Tövbe-i Nasuh'a davet edilir
2- Allahû Tealâ o kişinin sonradan (mürşide tâbiiyetten sonra) oluşmuş günahlarını örter.
3- O kişiye salâh nuru verir.
4- O kişinin günahlarını sevaba çevirir.
5- Kişi Allahû Tealâ tarafından iradesi teslim alınmak suretiyle irşad makamına davet edilir. Burası yolun sonudur. Kişi “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle irşad makamının sahibi kılınır.
Bundan 14 asır evvel bütün sahâbe amilüssalihatlarını tamamlamış, hepsi ihlâs makamının sahibi olmuşlardır. Hepsi Allah’ın mürşidleri olmuşlardır. Salâh makamının bütün muhtevasını tamamlamışlardır. İşte onların mürşid olduklarına dair Allahû Tealâ şöyle buyurmaktadır:
*9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan ulûl’elbab, ihlâs ve salâh makamlarını, en üst üç makamı işgal edenler), onların bir kısmı muhacirînden (Mekke’den Medine’ye göç edenlerden), bir kısmı ensardan (Medine’deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe, irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu.) Allah, onlardan razı ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
İster ensar, ister muhacirîn olsun hepsine tâbî olunmuştur. Tâbî olanlara “tabiîn” denilmektedir. Arkadan onlara da tâbî olanlar geliyor. Onlara da “tebei tabiîn” denilmektedir.
İşte amilüssalihat denen bir müessese kişiyi sıfır noktasından alır, kalbinde hiç nur yokken, kalbi %100 kapkaranlıkken bütün kalbini nurla doldurduktan başka, 19 mertebede o kişinin kalbini müzeyyen kılar. Ve kişi “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle irşad makamının sahibi olur. İşte amilüssalihatın en üst noktası bu noktadır. Kişinin irşad makamına tayin olduğu, bihakkın takvanın sahibi olduğu, salâh makamının beşinci kademesidir.
|
|