|
Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki birlikteyiz. Allahû Tealâ, sizler ve Biz. Kur’ân-ı Kerim’den koparılan Kur’ân hakikatlerine geçiyoruz. Kur’ân’dan koparılan kavramlar bölümünü bitirdik. Şimdi Kur’ân’dan koparılan Kur’ân hakikatlerinin birincisindeyiz. Konumuz: Allah peygamberlerden başkasına âyet indirmez.
Kur’ân’ın ne dediğini bilmeyen, Kur’ân’dan kopmuş bir dîn kültürünün sahibi olanlar, asırlardır Kur’ân hakikatlerinin dışında söylenen sözleri dillerine pelesenk etmişlerdir. Devamlı bunları kullanırlar. Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar Kur’ân’ı bilmezler. Onlar emaniyyeye tâbî olurlar.” İllâ emaniyye. Yani zanlarına dayalı bilgilerin sahipleridirler. Ve işte bu zanlara dayalı konulardan birisi de Allahû Tealâ’nın âyet indirmesidir. Allahû Tealâ’nın nebîlere indirdiği kitaplar surelerden ve âyetlerden oluşur. Eski Ahit; Tevrat, yeni Ahit; İncil, son Ahit de Kur’ân-ı Kerim’dir. Üçü de aslında birbirinin aynı esasları ihtiva eder. Her üçünün de şeriatı aynı şeriattır. Aralarında hiçbir farklılık söz konusu değildir.
Allahû Tealâ’nın neler söylediğine bakalım. Tevrat için diyor ki: “O bir nurdur. O bir hidayet rehberidir.”
5/MAİDE-44: İnnâ enzelnet tevrâte fîhâ huden ve nûr(nûrun), yahkumu bihen nebiyyûnellezîne eslemû lillezîne hâdû ver rabbâniyyûne vel ahbâru bimestuhfizû min kitâbillâhi ve kânû aleyhi şuhedâe, fe lâ tahşevûn nâse vahşevni ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ(kalîlen) ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humul kâfirûn(kâfirûne).
Muhakkak ki Tevrat’ı Biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendileri (Hakk’a) teslim olmuş peygamberler, yahudilere, onunla hükmeder. Rabbaniyyûn (kendilerini Rab’lerine adamış )ve ‘ahbar’ olanlar da (zahidler, âlimler de) Allah’ın Kitab’ından korumakla görevli oldukları ile hüküm verirler. Ve de onlar, onun üzerine şahitler oldular. Artık insanlardan korkmayın, Benden korkun ve Benim âyetlerimi az bir değere satmayın. Ve kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar, onlar kâfirlerdir.
İncil için diyor ki: “O bir nurdur. O bir hidayet rehberidir.”
5/MAİDE-46: Ve kaffeynâ alâ âsârihim bi îsebni meryeme musaddıkan limâ beyne yedeyhi minet tevrâti ve âteynâhul incîle fîhi huden ve nûrun ve musaddıkan limâ beyne yedeyhi minet tevrâti ve huden ve mev’ızeten muttekîn(muttekîne).
Onların izleri üzerine, Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik edici olarak Hz. Meryem’in oğlu İsa’yı gönderdik. Ve ona, içinde hidayet ve nur olan, Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik eden ve müttekiler (takva sahipleri) için, hidayete erdiren ve bir öğüt olan İncil’i verdik.
Kur’ân-ı Kerim için diyor ki: “O bir nurdur. O bir hidayet rehberidir.”
2/BAKARA-97: Kul men kâne aduvven li cibrîle fe innehu nezzelehu alâ kalbike bi iznillâhi musaddikan limâ beyne yedeyhi ve huden ve buşrâ lil mu’minîn(mu’minîne).
De ki: “Kim Cibril’e düşmansa o zaman (bilsin ki) muhakkak ki O, ellerindeki (daha önceki kitapları) tasdik eden (Kur’ân’ı), Allah’ın izniyle senin kalbine indirdi. (O Kur’ân), mü’minler için bir hidayet (rehberi) ve müjdedir.”
Üçü de nur, üçü de hidayet rehberidir.
Kur’ân’daki hidayet kavramı, 7 safhalı bir müesseseyi ifade eder. 1. hidayetten başlayarak, 7. hidayete kadar ayrı ayrı hidayet dizaynı söz konusudur.
Allah’a ulaşmayı dilemeniz, sizi 1. hidayete ulaştırır, 1. hidayettesiniz.
14. basamakta mürşidinize ulaştığınız zaman, 2. hidayettesiniz.
Ruhunuz Allah’a ulaştığı zaman, 3. hidayettesiniz.
Fizik vücudunuz Allah’a teslim olduğu zaman, 4. hidayettesiniz.
Nefsiniz Allah’a teslim olduğu zaman, 5. hidayettesiniz.
İrşada ulaştığınız zaman, 6. hidayettesiniz.
İradenizi Allah’a teslim ettiğiniz zaman, 7. hidayettesiniz.
Her bir hidayet Kur’ân-ı Kerim’de ayrı ayrı yer almıştır. Ama Allahû Tealâ’nın bir hidayet kavramı, bir de hidayete ermek kavramı vardır. Hidayete ermek deyince, konu mutlak olarak teslimleri içerir. Ruhun hidayeti, 22. basamakta tahakkuk eder. Ruh Allah’ın Zat’ına ulaşır, Allah’ın Zat’ında yok olur. Fizik vücudun hidayeti 25. basamakta oluşur. Ne zaman fizik vücut Allah’ın bütün emirlerini yerine getirirse, yasak ettiği fiilleri işlemez olursa, o zaman hidayete ermiştir. 27. basamak, nefsin hidayetini işaret eder. Nefste hiç afet kalmamıştır.
Nefsin muhtevasında hiç afet kalmadığı bir noktada olay tamamlanmıştır. Nefsin Allah’a teslimi yani hidayeti gerçekleşmiştir. Ve nihayet iradenin Allah’a teslimi, 28. basamağın 4. kademesinde gerçekleşir.
İşte böyle bir dizayn söz konusudur. 4 tane teslim, 4 tane hidayete erme. Ruhun hidayete ermesi, fizik vücudun hidayete ermesi, nefsin hidayete ermesi, iradenin hidayet ermesi. Ama hidayete ermek deyince kalın çizgilerle bu, ruhumuzun Allah’a teslimini ifade eder. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
3/AL-İ İMRAN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve sizin dîninize tâbî olandan başka kimseye inanmayın. (Habibim) de ki: “Hiç şüphesiz HİDAYET, Allah’ın (Kendisine) ulaştırmasıdır. (İnsan ruhunun ölümden evvel Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin başka birine verilmesi (sebebiyle mi) veya Rabbinizin katında (sizlerle) tartışacakları için mi (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Hiç şüphesiz fazl, Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’un Alîm’dir. (Allah herşeyi kuşatan ve herşeyi bilendir.)
2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.
İnsan ruhunun vücudundan ayrılarak; Allah’a doğru bir yolculuk yapıp Allah’ın Zat’ına ulaşması ve Allah’ın Zat’ında yok olması, hidayetin ta kendisidir. Birbirinin arkasından 4 tane hidayet söz konusudur. Ruhun, vechin, nefsin ve idarenin hidayeti. Ama bunlar 7 safhada teşekkül eder. İşte bunların hepsi Kur’ân-ı Kerim’den birer birer koparılmıştır. Bunlar Kur’ân’da var olmasına rağmen, bugünkü Kur’ân tatbikatından koparılmış olan faktörlerdir. İnsanlar Kur’ân hakikatlerini bir tarafa bırakmışlar, artık Kur’ân’ı incelemeyi de devre dışı bırakmışlardır. Ayrıca şöyle söylenmektedir: “Sakın Kur’ân’ı kendiniz incelemeye kalkmayın. O’nu asırlardan beri incelemişler, kitaplar yazmışlar. Siz Kur’ân-ı Kerim’den neticelere ulaşacağım diye boşuna uğraşmayın. Bunu hem yapamazsınız hem de maazallah çarpılırsınız.”
Allahû Tealâ’nın bize öğrettiklerini, biz de etrafa açıkladıkça birtakım insanlar bizi ziyarete geldiler. Şöyle 30-40 kişilik kalabalık bir grup. Ve bizi hesaba çektiler. Biz de sonuna kadar onları dinledik. Belki 20 dakika, 25 dakika konuştular. Biz de Allahû Tealâ’ya: “Ne yapmamız lâzım gelir?” diye sorduk. Allahû Tealâ buyurdu ki: “Onları yemine davet et.” Bu söyledikleri kavramlardan bir tanesi de: “Sen âyetlerle dolu bir kitap yazmışsın. Allahû Tealâ peygamberlerden başkasına âyet indirmeyeceğine göre, sen neden bahsediyorsun? Sen bir sahtekârsın.” Biz de Allahû Tealâ’dan cevabı aldıktan sonra, Kur’ân-ı Kerim’i ortaya çıkardık. Al-i İmran Suresinin 61. âyet-i kerimesini açtık ve onlara dedik ki: “Şimdiye kadar siz konuştunuz. Allahû Tealâ bize: ‘Sus.’ dedi, sustuk. Sözleriniz bitti. Şimdi sıra bizde. Bizim sahtekâr olduğumuzu söylüyorsunuz. Söylediklerimize inanmıyorsunuz. Allahû Tealâ’nın yazdırdığı kitabı bize Allahû Tealâ’nın yazdırdığına da inanmıyorsunuz. Bizim uydurduğumuz kanısındasınız. Şimdi Allahû Tealâ’nın huzurunda karşılıklı yemin edeceğiz. İki taraftan birisi yalan söylüyor. Allah’ın lâneti yalan söyleyenin üzerine olsun. Hadi bakalım gel, Kur’ân-ı Kerim’in üzerine elini koy. Biz de koyduk. Yeminleşelim.”
Sevgili kardeşlerim, 40 kişilik grup birkaç dakika içinde, hiçbir şey söyleyemeden salonu terk ettiler. Daha evvel birkaç kişinin böyle bir yeminden sonra öldüğünü öğrenmişlerdi.
Allahû Tealâ acaba peygamberlerden başkasına âyet indirir mi? Bunu, dîn konusunda ileri geldiğini düşündüğünüz, televizyonları parsellemiş olan dîn fukaralarına bir sorun. Hepsi de profesör payesi ile ortalıkta gururla dolaşırlar. Çalımlarından yanlarından geçilmez. Ama Kur’ân bilgisi sadece okudukları kitaplara münhasır kalmıştır. Sorun, size diyeceklerdir ki: “Allah peygamberlerden başkasına asla âyet indirmez.” O zaman da: “Çok güzel. Hadi şimdi Kur’ân-ı Kerim’e bakalım.” Allahû Tealâ buyuruyor ki:
7/A'RAF-175: Vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu âyâtinâ fenseleha minhâ fe etbeahuş şeytânu fe kâne minel gâvîn(gâvîne).
Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu.
Tıpkı onlar gibi dîn âlimi olduklarını düşünen, aslında dînden habersiz bir sürü zavallı şimdi diyecekler ki: “Aa, Allahû Tealâ peygamberlerden başkasına da âyet indirirmiş.” Bir kısmı ise, âyet bu kadar açık yazmasına rağmen, bizim üçkâğıtçıların yaptığını yapacaklardır. Bizi makasa alıp: “Hayır, bu âyet o mânâya gelmiyor.” diyeceklerdir. Şu insanlar ne uğruna bu kadar küçülebiliyorlar, söyler misiniz sevgili kardeşlerim? Allah’ın hakikatlerini saptırma gayretinin arkasında şeytandan başka ne var ki?
“Allah peygamberlerden başkasına âyet indirir mi?” Adamlar açık ve kesin olarak: “İndirmez.” diyorlar. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de açık ve kesin olarak: “İndiririz.” diyor. İşte âyet-i söyledik. Hem de Allahû Tealâ öyle birine âyet vermiş ki; o kişiyi şeytan sonradan kontrolü altına almış. Adam gavinlerden, iğvaya düşenlerden olmuş. Şeytan tarafından azdırılan, saptırılanlardan olmuş.
Sevgili kardeşlerim, “Allah peygamberlerden başkasına âyet verir mi?” sorusuna, A’raf Suresinin 175. âyet-i kerimesi cevap vermektedir. Allahû Tealâ: “Veririz.” buyurmaktadır. Hem de öyle bir kişiye vermiş ki; o kişi sonradan azmış, şeytan tarafından Allah’ın yolundan çıkartılmıştır.
Demek ki kuru kuruya iddia, Kur’ân-ı Kerim karşısında iflas etmeye mecburdur. Her ne kadar üçkâğıtçılıkla insanların gözünü boyamak kısa bir süre mümkün olabilirse de, bunun için çalışanlar sonunda mutlaka iflas edeceklerdir. Evvelâ böyle bir yalana başvurmanın arkasında ne vardır diye bakmak lâzım. İnkâr vardır: Allah’ın âyetleri onlar için önemli değildir. Önemli olan, insanların ne yazdığıdır. Asırlardan beri insanların yazdığı emaniyye kitaplar, onlar için önemlidir. “Sakın Kur’ân’a bakma, Kur’ân’ı birilerine öğretmeye ve anlamaya kalkma. Bunca âlim Kur’ân hakkında kitap yazmışlar. Artık Kur’ân’ın her tarafı belli olmuş durumda. Kur’ân’a bakmanın lüzumu yok. Onlardan dînini öğren.” diyerek, insanları korkutmuşlardır.
İşte her kim bu insanlardan ve o el yazması kitaplardan dînlerini öğrenmeye kalkarsa, onlar bu gördüğünüz profesör üstatların korkunç durumuna düşerler. Hamdolsun ki hepsinin yazdığı kitaplar, Kur’ân-ı Kerim meâlleri elimizde. Ne kadar büyük gaflar yaptığını herkese her an ispatlayabiliriz.
Allahû Tealâ’nın dizaynına dikkatle bakın. Bu dizaynda Allah’ın sadece doğruları vardır. Kur’ân bir hak dizisidir. Haksa hakikat kelimesinin kökenini oluşturur. Hakikat, hakkın tecellisidir. Kur’ân haktan ibarettir yani Allah’ın hakikatlerinden. Ne diyorsa, %100 haktır.
Öyleyse bugünkü konuşmamızın temelini teşkil eden: “Allahû Tealâ peygamberlerden başkasına âyet indirir mi?” sözünün cevabı buradadır. Allah peygamberlerden başkasına da âyet verir, yazdırır. Aksini iddia eden, bu âyet-i kerimeye baksın. Ve bu iddiadan utanç duysun. Ama utanmayan insanlar, hangi standartlar içinde olurlarsa olsun yüzsüzce sırıtırlar, utanmazlar. Onların edep müessesesi tamamen dumura uğramıştır.
Allah yolunda güzellikleri yaşamak herkesin hakkıdır. Allah’ın yolundaki olgular hak ve vazifeden teşekkül eder. Önce siz vazifenizi yapacaksınız, sonra da hakkınızı alacaksınız. Peki bu bapta acaba insanın vazifesi nedir? İşte burada durun sevgili kardeşlerim. Aldanışın başlangıç noktası burasıdır. Burada iblisi tanımalıyız.
Kimdir iblis? Âdem (A.S)’ın baş düşmanı. Hedefi nedir? Âdem (A.S)’ı Allah’ın gözünde küçük düşürmek. Hedefi nedir? Onun bütün zürriyetini kendisine tâbî kılmak. Yapabilmiş mi? Kıyâmet gününe kadar konuşuyoruz, evet. İnsanların büyük kısmını kendisine bağlamayı başaracağı, Kur’ân âyetleri ile kesindir.
İblis, Âdem (A.S)’ın önünde secde etmediği için Allah’ın huzurundan kovulur. Ve Allahû Tealâ sorar: “Ey iblis, emrime rağmen, senin Âdem (A.S)’a secde etmemenin sebebi nedir?” İblis der ki: “Sen beni dumansız ateşten yani enerjiden yarattın. Onu ise topraktan yarattın. Ben ondan üstünüm. Onun için onun önünde secde etmem.”
7/A'RAF-12: Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım,beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.” dedi.
Allahû Tealâ der ki: “Huzurumdan kovuldun. Derhal oradan uzaklaş. Seni cehennemde sonsuza kadar cezalandıracağım.”
7/A'RAF-13: Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines sâgirîn(sâgirîne).
(Allahû Tealâ): “Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık. Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.
İblisin cevabı şöyledir: “Yarabbi, beni kıyâmet gününe kadar yaşat. Kıyâmet gününe kadar bana mühlet ver. Eğer beni kıyâmete kadar yaşatırsan, o zaman ben bu Âdem (A.S)’ın bütün zürriyetini kendime bağlayacağım. Önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından tesir edeceğim, Sıratı Mustakîm üzerinde oturacağım. Ve onların Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına mâni olacağım. Eğer, hayatımı o güne kadar uzatırsan, göreceksin ki o gün ben pek azı hariç hepsini kendime bağlayacağım.”
7/A'RAF-14: Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne).
(Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.
7/A'RAF-15: Kâle inneke minel munzarîn(munzarîne).
(Allahû Tealâ): “Muhakkak ki sen izin (mühlet) verilenlerdensin.” buyurdu.
7/A'RAF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin’e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.
7/A'RAF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.
İfade nedir? İblis: “Pek azı hariç hepsini kendime bağlayacağım.” diyor.
Kıyâmet günü şeytan bunu başarmış olacak mı? Ne yazık ki evet. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü'minleri oluşturan bir fırka (Allah'a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
Zan, bizim Türkçemizde sadece zan anlamına gelmez, “kesin şekilde inanmak” anlamına da gelir. “Hedef tayin etmek” anlamına da gelir. Allahû Tealâ: “Hedefini insanlar için gerçekleştirdi. Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular.” diyor.
Herşey insan ile şeytan arasında cereyan etmektedir. İnsanın en büyük hedefi Allah’ın en üst seviyede kulu olmaktır. Şeytanın da en büyük hedefi bütün insanları bu hedeften mahrum kılmaktır. Herkesi kendisi ile beraber cehenneme almaktır. Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesi kesin bir gerçeği ifade etmektedir. Bir tarafta iblis ve iblise tâbî olanlar; öbür tarafta Allah’a tâbî olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyenler, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu mü’minleri vücuda getiren bir tek fırka söz konusudur.
O bir tek fırka, mü’minleri oluşturan bir tek fırkadır. Mü’minler kimdir? Çok açık; Allah’a ulaşmayı dileyenler. Peki dilemeyenler? Dilemeyenler; geriye kalan bütün fırkalardır. O bir tek Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu fırkanın dışındaki bütün fırkalardır. İşte onlar şeytana tâbî olanlar, şeytana kul olanlar, şeytana, insan ve cin şeytanlara dost olanlardır.
Allahû Tealâ A’raf Suresinin 175. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki: “Öyle bir insanı bile Allahû Tealâ âyet indirmiş ki; o kişi sonradan şeytana tâbî olmuş, şeytana uymuş, şeytanın iğvasına düşmüş.”
Allahû Tealâ insanları sadece ikiye ayırır. 1. grupta Allah’a ulaşmayı dileyenler, 2. grupta onun dışındakiler vardır. Onun dışındakiler bütün negatif faktörlerin sahipleridir. Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse;
• İnsan ve cin şeytanların dostu olur,
• İnsan ve cin şeytanlara (taguta) kul olmuş olur.
Öyleyse Allah’a dost olabilen kişi kimdir? Allah’a ulaşmayı dileyen kişidir. Allah’a dost olamayıp da taguta dost olan kişi kimdir? Allah’a ulaşmayı dilemeyendir.
İki grup âyetten neticeye bakalım. Dost olmaktan bahsediyoruz. Dost olmak, Kur’ân-ı Kerim’de evliya olmak diye geçmektedir. Allah’ın velîsi olmak, Allah’ın evliyası olmak. Velî, dost; evliya da dostlar demektir. Ama Türkçe’ye evliya kelimesi tekil olarak girmiştir.
Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bu dizayn içerisinde hepimiz için en uygun sonuç ortadadır. Bu sonuç hepimiz için Allah’a ulaşmayı dilemeyi muhtevasına alır. Eğer böyle bir şey yoksa, Allah’a ulaşmayı dilemiyorsak, o zaman taguta dostuz, tagutun kuluyuz.
Evvelâ dostluk meselesini beraberce inceleyelim. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
10/YUNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle değil mi?
10/YUNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
10/YUNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.
Allah’ın dostları kimmiş? Takva sahipleri. Takva sahipleri kimmiş? Âmenû olanlar. Allah’ın evliyası âmenû olanlar yani Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Hem takva sahibi olmak, hem de âmenû olmak, Allah’a ulaşmayı dilediğiniz noktadan başlar. Bu, konunun başlangıç noktasıdır. Âmenû olmak ve takva sahibi olmak. Her ikisi de birincisi.
Ne zaman bu kişi mürşidine ulaşırsa, 2. defa âmenû olur ve tâbiiyet takvasının sahibi olur. Burası 14. basamaktır.
21. basamakta kişi ruhunu Allah’a ulaştırır. 22. basamakta ruhu Allah’ın Zat’ında yok olur. Kişi evvab takvasının sahibi olur. Yani meaba sığınmış olan kişinin takvasına ulaşır. Ve bu seviyede bir âmenû olmak da söz konusudur. Evvablar seviyesinde âmenû olmak, 22. basamakta gerçekleşir.
25. basamak fizik vücudunu teslim edenlerin takvasıdır; muhsinler takvasıdır. Burada muhsinler seviyesinde âmenû olmak söz konusudur.
27. basamakta nefsin teslimi gerçekleşir. Kişi ihlâs takvasına ulaşır. İhlâs seviyesinde âmenû olur.
28. basamağın 5. kademesinde irşada memur ve mezun kılınır. Burada irşad takvası ve irşada ulaşanlar seviyesinde iradenin de Allah’a teslimini ihtiva eden, bihakkın takva veya hakka tukatihi takva, mürşidler takvasına ulaşılır. Bihakkın takva ve bihakkın âmenû olmak gerçekleşir. Kişi rüyetullah takvasına ulaşır. Bu noktada Allah’ın Zat’ını görerek âmenû olmak söz konusu olur.
7 tane safha, 28 basamağın 5. basamağına kadar normal standartlarda bir insanın çıkabileceği en yüksek seviyedir.
Sevgili kardeşlerim, herşeyin en güzelini görüyorsunuz. Allah yolunda önemli olan Allah’a ulaşmayı dilemektir. Dileyince âmenû oldunuz. Ve dilediğiniz zaman, Allah’ın evliyası oldunuz, Allah’ın dostu oldunuz. Bundan evvel çok açık bir şekilde tagutun dostuydunuz. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. İrşad yolu (hidayet yolu; Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolu; şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.
Neden bahsediyoruz? Bahsettiğimiz şey son derece açık. Allahû Tealâ diyor ki: “Dînde zorlama yoktur. İrşad yoluyla, rüşd yoluyla gayy yolu birbirinden tamamen ayrıldı. Tebeyyün etti, belirdi yani hudutları çizildi. Aydınlandı, ifade edildi. Kim tagutu, insan ve cin şeytanları inkâr ederse, devre dışı bırakırsa, Allah’a âmenû olursa, o zaman Allah’tan kopması mümkün olmayan bir kulpa sımsıkı sarılır. Hem Allah’ın ipine sarılır, Sıratı Mustakîm’in üzerinde olur hem de insanlardan bir ipe sarılır.”
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
Öyleyse kim Allah’ın dostudur? Allah’a ulaşmayı dileyen, âmenû olanlar. Burası kurtuluşun başlangıç seviyesidir. Âmenû olmak, mü’min olmak demektir. Allah’a inananlardan sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler hak mü’min olabilirler.
Bu âmenû olanlar kimdir? Allah’ın dostlarıdır. Allah sadece âmenû olanların, Allah’a inananlardan Allah’a ulaşmayı dileyenlerin dostudur. Allah’a inanmak kurtuluş için yetmez. Mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemek temel şarttır. Olmazsa olmaz şarttır. Eğer kişi Allah’a inanıyor ama Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa kurtuluşu hiçbir şekilde mümkün değildir.
Peki taguta dost olanlar kimlermiş? Kâfirler. Kâfirler küfredenler, inkâr edenlerdir. Neyi inkâr edenler? Herşeyden evvel Allah’ı inkâr edenler. Onların gideceği yer cehennemdir. Onların kalpleri, Bakara Suresinin 257. âyet-i kerimesi gereğince nurdan tekrar karanlığa döndürülür.
Burada Allahû Tealâ’nın bir güzelliği söz konusudur. Açık bir şekilde, Allah’ın dostlarının kim olduğu ifade edilmektedir. Âmenû olanlar, Allah’ın dostlarıdır. Allah’a inananlardan sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın dostudur. Geri kalan hiç kimse Allah’ın dostu değildir. Bu, Allah’ın dostu açısından olaya bakışımız. Bir de Allah’a kul olmak açısından bakalım.
Taguta kul olanlar kimdir? Allah’a kul olanlar kimdir? Allahû Tealâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Allahû Tealâ burada sahâbeden bahsetmektedir. Onlar, Allah’a ulaşmayı dilemişler, Allah’a yönelmişler ve bu sebeple taguta kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olmuşlardır. Allahû Tealâ: “Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele.” buyurmaktadır. Burada sahâbenin önce taguta kul oldukları, sonra taguta kul olmaktan kurtuldukları ve Allah’a kul oldukları ifade edilmektedir. Kim bunlar? Sahâbe. Ne yapmışlar? Allah’a yönelmişler, Allah’a ulaşmayı dilemişler.
Sahâbe taguta kul iken, Allah’a kul olmuştur. Bunlar Kur’ân bilgileridir. Şu dîn öğretenlerin kitaplara bakmak suretiyle, dîn öğrendiklerini zannedenlerin hiç bilmedikleri konular. Eğer Allahû Tealâ bize bunları öğretmeseydi, biz de sizlere öğretemeyecektik, sevgili kardeşlerim.
Herşey öylesine güzel ki! Eğer Allah dostunuzsa, O size dost olmuşsa, sizi Kendisine dost kılmışsa, şu dünya üzerinde daha ötede ne var ki? Kâinatta, âlemlerde, daha ötede ne var ki? İşte hepiniz için aynı şey söz konusu olmalı: Allah’a dost olmak, Allah’a kul olmak. Kulluğun da, dostluğun da başladığı nokta orasıdır: Allah’a ulaşmayı dilemek. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
Allahû Tealâ burada, Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkesin dalâlette olduğunu ifade etmektedir. Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanlara bakıyoruz. Bu insanlar dalâlette kalmışlardır. Bu insanlar küfürde kalmışlardır. Bu insanlar Allah’ın âyetlerinden gâfiller, bu insanların gidecekleri yer cehennemdir. Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse onlar için kurtuluş söz konusu değildir.
Allahû Tealâ şöyle buyurmaktadır:
10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YUNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar ki bize mülâki olmayı, ruhlarını ölmeden evvel bize ulaştırmayı dilemezler. Onlar dünya hayatından razı olmuşlardır. Dünya hayatı ile mutmain olurlar. Onlar bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır. Onların gidecekleri yer, kazandıkları dereceler itibariyle ateştir.”
“Kazandıkları dereceler itibariyle onların gidecekleri yer ateştir.” ne demek? Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
23/MU'MİNUN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
Hüsranda olanların dalâlette olduğunu görüyoruz. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
7/A'RAF-178: Men yehdillâhu fehuvel muhtedî ve men yudlil fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
Allah kimi hidayete erdirirse (kendisine ulaştırırsa), artık o hidayete ermiştir. Ve kim dalâlette bırakılırsa, işte onlar, onlar artık hüsrana uğrayanlardır (nefslerini hüsrana düşürenlerdir).
Demek ki, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler hüsrandadır, gidecekleri yer cehennemdir. Allah’ın âyetlerinden gâfillerdir ve dalâlettedirler.
Gördünüz ki; bu insanlar aynı zamanda şeytanın dostları, tagutun dostları ama asla Allah’ın dostları değiller. Allah’ın dostları sadece âmenû olanlardır. Âmenû olmaksa Allah’a inanmakla değil, Allah’a ulaşmayı dilemekle başlayan bir vetiredir. Sadece irşad yolunu tercih edeceklerin yoludur. Gayy yolunu tercih edenlerin hiçbir zaman kurtulma şansları yoktur.
O takva sahibi olmayan insanlar, dalâlette kalan insanlar, şirkte olan insanlar kimdir? Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes şirktedir. Sözlerimize çok kızanlar var, bunu yakînen biliyoruz. Ama korkup gözlerini kapatmak, ölüme çare değildir. Öyleyse ya sözlerimiz dikkate alınacaktır, dikkate alanlar mutlaka kurtulacaktır veya dikkate alınmayacaktır; o zaman insanların gidecekleri yer cehennemdir. Biz bunu herkese öğretmekle vazifeliyiz.
Özellikle dîn öğretenlere öğretmek mecburiyetindeyiz. Gözümüzün önünde bırakınız başka ülkeleri; ama bizim ülkemizde sadece dîn konusundaki cehaletleri sebebiyle 60 milyondan fazla insan cehenneme doğru yürüyor. Bir tek dilek, hepsini kurtaracak ve insanlar sözlerimize inanmıyorlar. Âyetlere bakıp onları net olarak tespit etmek yerine, cahil dîn adamlarına soruyorlar: “Doğru mu söylüyor?” diyorlar. Onlar da diyorlar ki: “Hayır doğru söylemiyor, yalan söylüyor.” Neden böyle söylüyorlar? Kibirlerine yediremiyorlar. Şimdiye kadar söylediklerinin yanlış olduğu anlaşılacak da küçümsenecekler diye.
Sevgili kardeşlerim, bu bencilliğin bu kadarı çok korkunç bir şey değil mi? 60 milyondan fazla insanın cehenneme gitmesine göz yumarak, insanların karşısında küçülmek istemeyen dîn âlimleri. Aslında küçülmek diye bir şey söz konusu değil. Çünkü bilmemekte hatalı değiller ki. İnsanlar sadece öğrendiklerini öğretebilirler. Ve onlara öğretilen de, öğrettikleri yanlış ve eksik ilim.
Konumuz: “Allah peygamberlerden başkasına âyet verir mi, âyet indirir mi?” idi. A’raf Suresinin 175. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ peygamber olmayan yani nebî olmayan, hatta resûl de olduğuna dair bir işaret olmayan, üstelik de daha da ötede şeytana neticede tâbî olan birisine dahi, açık ve kesin bir şekilde âyet indirdiğini ifade etmektedir.
Kur’ân’a bakmadan sakın bir şey söylemeyin sevgili kardeşlerim. Kur’ân’a bakmadan sakın insanların söylediğine inanmayın. Şimdi hepinizin üzerine düşen vazife, A’raf Suresinin 175. âyet-i kerimesine bakıp, bu hakikati tespit ve tescil etmektir. Allahû Tealâ peygamberlerden başkasına âyet indirdiğini, A’raf-175’te açıkça ortaya koymaktadır.
İmam İskender Ali M İ H R
|
|